[ Kurdî   English   Francais                                 PROLETER DEVRÝMCÝLER KOORDÝNASYONU (PDK)  20-01-2025 ]
{ komunistdunya.org }
   Açýlýþ_sayfanýz_yapýn  Sýk_Kýllanýlanlara_Ekle

 Site Menü
   Ana Sayfa
   Devrimci Bülten
   Yazýlar / Broþürler
   Açýklamalar
   Komünist Hareketten
   Ýlerici / Devrimci       Basýndan
   Kitap - Broþür PDF
   Sanat
   Görüþler

 Arþiv - Ara
   Arþiv
   Sitede Ara

 Ýletiþim
   Baðlantýlar
   Önerileriniz

_ _
{ }


_ _
{ Son Yazýlar }
Devrimci ve Demokrat...
Devrimci Bülten Sayý...
Devrimci Bülten Say...
Devrimci Bülten Sayý...
Devrimci Bülten Sayý...
Devrimci Bülten Sayý...
Devrimci Bülten Sayý...
Devrimci Bülten Sayý...
Devrimci Bülten Sayý...
Devrimci Bülten Sayý...
Devrimci Bülten Sayý...
Devrimci Bülten Sayý...
Devrimci Bülten Sayý...
Devrimci Bülten Sayý...
Devrimci Bülten Sayý...
Devrimci Bülten Sayý...
Devrimci Bülten Sayý...
Devrimci Bülten Sayý...
EMPERYALÝZM VE TÜRKÝ...
Devrimci Bülten Sayý...
Devrimci Bülten Sayý...
Devrimci Bülten Sayý...
Devrimci Bülten Sayý...
Devrýmcý Bülten Sayý...
Devrýmcý Bülten Sayý...
Devrýmcý Bülten Sayý...
Devrýmcý Bülten Sayý...
Devrýmcý Bülten Sayý...
Devrimci Bülten Sayý...
Devrimci Bülten Sayý...
_ _
{  ORTADOÐU’DA DOLAYLI EMPERYALÝST SAVAÞ (K. Erdem) }
| GörüþlerÖnce Hamas’ýn daha sonra da Hizbullah’ýn Ýsrail askerlerini kaçýrmasý ve bu temelde de Ýsrail’in önce Filistin’e sonra da Lübnan’a saldýrmasý ile Ortadoðu’da savaþ giderek daha da yaygýnlaþmaya baþladý. Savaþ tam olarak bölgeyi sarmasa da , bölgedeki olaylarý giderek bölgesel bir savaþý tetikleyebilecek ya da bu yönde bir geliþmeye neden olabilecek bir düzeye doðru çekmekte ya da sürüklemektedir. Ýþte gelinen bu aþamada çok önemli bazý sorular sormanýn ve bunlara komünist hareket açýsýndan doðru cevaplar vermenin zamaný gelmiþtir. Bu sorulardan en önemlisi þudur: Ortadoðu’daki savaþýn karakteri nedir?

Belki bu soru bir çok kiþiye ilginç gelebilir ama bu savaþýn karakterinin doðru belirlenmesi, ona katýlan sýnýf ve katmanlarý ve bunlarýn amaçlarýný ve araçlarýný doðru bir þekilde belirleme açýsýndan çok önemlidir.

Olaylara daha yakýndan bakýldýðýn zaman, görülecektir ki, bu savaþ yeni tipte bir emperyalist savaþtan baþka bir þey deðildir. Emperyalistler arasýnda dolaylý bir þekilde yürütülen ve oldukça karmaþýk bir yapýya sahip ve de kapitalizmin yeni çaðýnýn özelliklerini de kendi içerisinde barýndýran bir dolaylý emperyalist savaþtýr.

Irak’ta savaþýn taraflarýndan birisi ABD emperyalizmi ve müttefikleri, diðeri ise kendi içerisinde bir çok parçaya bölünmüþ ve birbirinden baðýmsýz hareket eden hatta kendi aralarýnda da çeliþkileri bulunan Baasçýlardan (ki bunlara Suriye’nin çok önemli desteði vardýr. Hatta Suudi Arabistan’ýn dahi bunlara Þiilerden dolayý kýsmi desteði sözkonusudur), Ýran yanlýsý Þiilere ve El Kaide’ye kadar uzanan ve çýkarlarý þu ya da bu þekilde Rusya ve Çin’in küresel ve bölgesel politikalarý ile çakýþan ( El Kaide’yi bu noktada diðerlerinden ayýrmak gerekir. Çünkü onun durumu biraz daha farklýdýr. ) geniþ bir cephe sözkonusudur.

Filistin ve Lübnan’da savaþýn taraflarýndan birisi olan Ýsrail, ABD emperyalizminin bir iþbirlikçisi konumundadýr. Hamas ve Hizbullah da, bazý Avrupa’lý emperyalistler ile Rus emperyalizminin iþbirlikçisi konumunda olan Ýran’ýn iþbirlikçisidirler. Böylece emperyalistler arasýnda “iþbirlikçiler” aracýlýðýyla yürütülen bir tür dolaylý savaþ sözkonusudur.

Komünistler açýsýndan en büyük tehlike, bu emperyalist savaþta bir emperyalist kampa dolaylý ya da dolaysýz olarak angaje olmaktýr. Hamas ve Hizbullah’ýn bir “anti-emperyalist”, “anti-sömürgeci” savaþ yürüttükleri sadece safsatadan ibarettir. Daha yakýndan bakýldýðý zaman görülecektir ki, sadece bir haydutun etkisinin zararýna bir baþka haydutun çýkarýnýn geliþtirilmesi sözkonusudur. Buradan þu önemli sonuç çýkmaktadýr: Savaþýn taraflarý, birbirleriyle dolaylý olarak savaþan iki emperyalist kampýn amaçlarýna (bunu da elbette kendi iþbirlikçi konumlarýný güçlendirerek ve geliþtirerek yapmaktadýrlar) hizmet etmektedirler ve onlarýn bölgedeki bir tür dolaylý uzantýsýný oluþturmaktadýrlar. Çýkarlarý deðiþik emperyalist kampa dahil olan burjuvazinin çýkarlarý ile çakýþtýðý için, savaþlarý da dolaylý bir emperyalist savaþtan baþka bir þey deðildir.

Ortadoðu’daki bu dolaylý emperyalist savaþýn mantýðýna biraz daha derinlemesine girmeden önce çok önemli bazý genel belirlenimler yapmak gerekmektedir.

Bir noktanýn altý defalarca çizilmelidir. O da, emperyalizm çaðýnda ama özellikle de uluslararasý emperyalizm çaðýnda, proletaryanýn dýþýndaki hiçbir sýnýf ve katmanýn genel olarak burjuvazi karþýsýnda özel olarak da uluslararasý tekelci burjuvazi karþýsýnda ideolojik, politik ve örgütsel olarak baðýmsýz kalamayacaðýdýr. Nesnel-tarihsel olarak böyle bir temel artýk söz konusu deðildir. Ama bugüne kadar ki genel tarihsel tecrübe, bu genel belirlenime baþka bir noktanýn da eklenmesini zorunlu kýlmaktadýr. Bu nokta, uluslararasý emperyalizm çaðýnda, ulusal kurtuluþ mücadelesi veren uluslarýn ekonomik ve politik yapýlarýnda ortaya çýkan deðiþimdir.

Devrimci ve komünist hareket içerisinde çok yaygýn olan bir yaklaþým sözkonusudur:Genellikle ulusal kurtuluþ mücadelesi veren uluslarýn (özellikle de Kürt ve Filistin ulusunu ele alýrsak) küçük-burjuvazisi, ulusal kurtuluþ aþamasýnda “demokratik devrim” döneminde devrimci bir konuma sahiptir. Tarih aslýnda bunun pek de böyle olmadýðýný göstermiþtir.

Kürdistan’da ama özellikle de Kuzey Kürdistan’da PKK deneyimi göstermiþtir ki, küçük-burjuvazinin baðýmsýz tarihsel politik eyleminin tarihsel çerçevesi oldukça daralmýþtýr ve hatta giderek yok olmuþtur. Yine görülmüþtür ki PKK’nýn politik-askeri mücadelesinin boyutlarýnýn geliþmesi ancak Suriye’nin bölgesel politikasý çerçevesinde mümkün olmuþtur. Yani baðýmsýz bir biçimden ziyade, bir burjuva devletin, üstelik de Kürdistan’ýn bir parçasýný sömürgeleþtirmiþ olan bir sömürgeci devletin bölgesel politikasý temelinde politik ve askeri geliþimi sözkonusu olmuþtur. Bundan þu sonuç çýkar: Bu tür küçük-burjuva örgütler, herhangi bir burjuva devletin ekonomik, politik ve askeri desteði olmaksýzýn (dolaylý ya da dolaysýz) ayakta kalamazlar. Konjonktürel politikalardan dolayý desteðini almýþ olduðu burjuva devletten uzaklaþsalar dahi, ayakta kalmak için kendilerine baþka bir “dayanak” her zaman bulabilirler ya da bulmak zorundadýrlar. Ama bu durum onlarýn, burjuvazi karþýsýnda baðýmsýzlýklarýnýn ortadan kaldýrýlmasýný dolaylý ve dolaysýz olarak uluslararasý emperyalist sisteme baðlanmasý sonucunu da beraberinde getirir.

Komünistler özellikle Kuzey Kürdistan’da küçük-burjuvazi noktasýnda bir noktayý gözden ýrak tutmamalýdýrlar. Bu nokta þudur: Belki de Kuzey Kürdistan’da, ulusal kurtuluþ mücadelesi baþarýya ulaþmadan önce küçük-burjuvazi silahlarýný Kürdistan proletaryasýna karþý çevirecek ve sömürgecilere karþý savaþý sonuna kadar götürmeden, onlar ile anlaþarak proleteryayý ezmeye çalýþabilecektir. Elbette proletarya ezildikten sonra bazý reformlar çerçevesinde birbirleriyle anlaþmaya çalýþacaklardýr. Bundan þu sonuç çýkar: Belki de K. Kürdistan’da, ulusal baðýmsýzlýk bir demokratik devrim ile deðil, bölge ve uluslararasý proletarya ile sýký bir müttefiklik iliþkisi içerisinde proletarya ve yarý-proletaryanýn bir sosyalist devrimi ile gerçekleþecektir. Bu noktayý asla gözden uzak tutmamak gerekir.

Yine asýl konumuza yani Ortadoðu’da dolaylý emperyalist savaþa ama özelliklede Ýsrail’in Filistin ve Lübnan’a saldýrýsý ile baþlayan savaþa geri dönersek eðer, bu savaþýn geliþiminin Ýran’ýn stratejisinin bir ürünü olduðunu ortaya koymak durumundayýz. Görünen o ki, Ýran, ABD emperyalizmi ve müttefikleri karþýsýnda ilk “raundu” kazanmýþ gibidir. Ama savaþ üç raunddan oluþan hafif sýklet bokstan ziyade, on beþ raund süren aðýr sýklet boksa daha çok benzer.

Ýsrail’in Filistin ve Lübnan’a saldýrýsýný önceleyen olaylarýn geliþimine ve tarihlerine baktýðýmýz zaman, özellikle Ýran’ýn derece derece krizi týrmandýrdýðýný ve daha sonra da savaþa dönüþtürdüðünü görmekteyiz. Nükleer programýndan dolayý uluslararasý baskýlarýn üzerinde yoðunlaþtýðý ve Ýsrail’in ve ABD’nin bundan dolayý askeri müdahale (hava operasyonu ile programý bertaraf etmek için, 1981’de Irak’a yapýldýðý gibi) seçeneðinin de masada bulunduðu bir dönemde, Ýran, önce Hamas daha sonra da Hizbullah aracýlýðýyla ve Suriye’nin de desteðiyle Ýsrail’e iki cephe açtý. Amaç Ýsrail’in yýpratýlarak ve yorgun düþürülerek daha büyük politik ve askeri hedeflerden (örneðin Ýran’a ve Suriye’ye bir askeri operasyon gibi) vazgeçirilmesi. Kýsacasý Ýsrail’i “en ileri cephede” durdurmak, Ýran’a ya da Suriye’ye yöneldiði taktirde de oldukça yýpratýlmýþ olmasýný saðlamak. Zaten Ýran ve Suriye’nin, Irak’ta, kendi gönderdikleri gizli askerler ile “direniþe” katýldýklarý bütün dünya tarafýndan çok iyi bilinen (her ne kadar resmi düzeyde bu iki ülke tarafýndan yalanlansa da) olgulardýr. Ama bu devletlerin ABD ve müttefikleri ile bu aþamada bu þekilde savaþmaktan baþka seçenekleri de kendileri açýsýndan yoktur. Yine bu ülkeleri diplomatik, ekonomik ve lojistik olarak arkadan Rusya ve Çin gibi ülkelerin (Rusya’nýn Ýran’ýn nükleer programýna desteði muazzamdýr) destekledikleri de artýk sýr deðildir. Hemen bu noktada bazý olgularý hatýrlatmanýn yararlý olacaðý kanýsýndayýz.

ABD ve müttefiklerinin Irak’a saldýracaðý kesinleþtikten sonra, Rusya, Baas rejimiyle 40 milyar dolarlýk bir ekonomik anlaþma imzaladý. Ýkinci olarak da, iki Rus generalini, ABD’nin saldýrýsý karþýsýnda Irak’ýn savunmasýný planlamak için Irak’a gönderdi. Bütün bu olgular dahi Ortadoðu’da yaþanan savaþýn nasýl dolaylý bir emperyalist savaþ olduðunu açýk bir þekilde ortaya koymaktadýr. (1)

Ortadoðu’daki savaþ ya da savaþlar (Afganistan, Irak, Filistin ve Lübnan), ilginç bir þekilde, I. ve II. Dünya savaþlarý öncesinde yerel ölçeklerde ortaya çýkan ve dünya savaþlarýna bir tür “giriþ” olan savaþlara benzemektedirler. Ortadoðu’daki savaþýn giderek daha çok bölgesel bir karakter kazanmasý ve uluslararasý emperyalist güç iliþkileri üzerinde etkide bulunarak, dünyanýn baþka bölgelerindeki anlaþmazlýklarý daha da körükleyerek, oralarda da bölgesel savaþlarý geliþtirmesi ve böylece bölgesel savaþlardan oluþan bir tür emperyalist dünya savaþýna dönüþtürmesi hiç de gözden uzak tutulmamasý gereken bir durumdur.

Az yukarýda Ýran’ýn Filistin ve Lübnan’daki savaþýn arkasýndaki temel rolüne deðindik. Ýran, Hamas ve Hizbullah aracýlýðýyla, Irak’ta da Þiiler içerisindeki etkin rolü ile Ortadoðu’da giderek etkin bir politik ve askeri konum elde etmekte ve Ortadoðu’daki olaylarda kilit bir konuma gelmektedir.

Ýran’ýn Ortadoðu’daki olaylarda giderek merkezi bir konum elde etmeye baþlamasý, kaçýnýlmaz olarak, ona karþý, politik ve askeri çabalarýn daha çok seferber edilmesi anlamýna gelir. Bundan sonra ABD’nin ve Ýsrail’in ve bu ülkelere baðlý hareket eden ülkelerin politikalarýnda Ýran politik açýdan çok daha fazla bir yer iþgal etmeye baþlayacaktýr. Kýsacasý ABD ve Ýsrail, Ýran’daki rejimin bertaraf edilmesi için çabalarýný daha fazla yoðunlaþtýracaklardýr. Ýþte tam da bu noktada Türkiye, ABD ve Ýsrail’in politikalarýnda önemli bir yer iþgal etmeye baþlayacaktýr.

Þu andaki Türkiye Cumhuriyeti (TC) devletinin dýþ politikasý, emperyalist sistemin mantýðýyla tezatlýk teþkil etmektedir. Uluslararasý emperyalist sistem giderek daha fazla kendi içerisinde kamplaþmaya doðru giderken, Türk dýþ politikasý ilginç bir þekilde bunu yok saymakta ve hiç de nesnel olmayan “çok boyutlu bir dýþ politika” geliþtirmeye çalýþmaktadýr. Ama bu sözde “çok boyutlu dýþ politika”, TC’nin tarihsel politik ve ekonomik evriminin yapýsýyla da temelde uyuþmamaktadýr. Çünkü Türkiye’nin uluslararasý emperyalist ekonomi ve politika içerisinde bulunduðu biçim, bizzat buna engel teþkil etmektedir. Bundan dolayý da AKP hükümetinin dýþ politikasý oldukça daðýnýk bir görüntü vermektedir. Kimse bu politikanýn mantýðýný anlayamamaktadýr. Bu da oldukça normal çünkü bu politikanýn pek bir mantýðý yoktur. Olsa olsa bu politikaya “köylü kurnazlýðý” ya da “herkesin damak tadýna göre þerbet verme” denebilir ki, emperyalist diplomasinin yanýnda oldukça hafif kalmaktadýr. Bundan dolayý bu politika, içeride, iþbirlikçi tekelci burjuvazinin ezici kesimini de tatmin etmekten uzaktýr. Hatta tam tersine bu politikaya karþý bu kesim içerisinde büyük bir huzursuzluk baþ göstermiþ durumdadýr.

AKP hükümetinin dýþ politikasý kararsýz, sýk sýk yalpalayan ve bundan dolayý da ortada avare avare gezen ama ne istediðini tam olarak bilemeyen bir ülke görüntüsü vermektedir. ABD, Türkiye’nin bu durumundan oldukça rahatsýzdýr. ABD’nin AKP hükümeti noktasýnda en büyük sýkýntýsý, AKP hükümetinin dýþ politikasýnýn ABD’nin Ortadoðu politikasýyla uyuþmamasýdýr. AKP hükümetinin ilk dönemlerinde, bu noktada büyük umut besleyen ABD (ki bu noktada Türkiye’yi pek de iyi analiz etmedikleri ortaya çýkmýþtýr), daha sonra deneme-yanýlma yoluyla, AKP hükümetinin ABD’nin bölgesel politikasýyla uyumlu olamayacaðýný anladý. Böylece daha yakýndan bakýldýðý zaman, AKP hükümetinin hem içte hem de dýþta “kimseye yaranamadýðýndan” dolayý giderek tecrit olmaya baþladýðý görülmektedir.

Hiç kuþkusuz Ýran politikasý, ABD ve Ýsrail politikasýnýn temel bir unsuru olmaya baþladýðý andan itibaren, Türkiye’nin ABD tarafýndan “disiplin” altýna alýnacaðýna kesin gözüyle bakýlabilir. Ama bu “disiplin” altýna alma ve Türkiye’yi daha sýký baðlar ile ABD’nin küresel ve bölgesel politikalarýna baðlama, hiç de her iki taraf için yani hem ABD hem de Türkiye açýsýndan sorunsuz olmayacaktýr tam tersine bu süreç her iki taraf için de oldukça sancýlý olacaktýr.

ABD’nin Türkiye ile iliþkilerinde en büyük sýkýntýsý, kendi küresel ve bölgesel politikalarýna iyi adapte olabilecek ama bu olurken de, ABD-AB iliþkilerini de zora sokmayacak bir politik eðilimin olmamasýdýr.

ABD 1990’lý yýllarýn baþlarýndan itibaren yani Sovyet Bloku’nun çökmesinden sonra ve AB’nin 1992 yýlýnda oluþturulmasýndan sonra, Türkiye noktasýnda temel politikasýný, Türkiye’nin AB üyeliðini desteklemek ve bu temelde de Türkiye’nin üstten burjuva-demokratik reformlar ile burjuva demokrasisine evrilmesinin desteklenmesi üzerine kurmaya baþladý. Türkiye’nin bu yönde bir evrimi, ABD-AB iliþkileri açýsýndan da önemliydi. Ancak gelinen noktada, AB’ye angaje olan bir politika güden Türkiye ile ABD’nin bölgesel ve küresel politikalarý bir uyuþmazlýk sergilemektedir. Bu noktada ABD, Ortadoðu’daki geliþmelerin ivedi baskýsý altýnda, Türkiye politikasýný, bugüne kadar izlemiþ olduðu politikanýn mantýðýna aykýrý bir þekilde deðiþtirmek zorunda kalabilir. Bu durum aslýnda onun açýsýndan istenen bir politika deðildir ama zorunluluklar ve bu temelde pragmatizim, ABD’yi olaylarýn baskýsýyla en kötü bir seçeneðe doðru itebilir. Bu politika, ABD’nin Türkiye’de, burjuva-demokratik reformlara karþý olanlar ile ama özellikle de aþýrý-Türk milliyetçileri ile Ortadoðu, Kafkasya ve Orta Asya politikasý çerçevesinde anlaþmasýdýr. Ama böyle bir politikanýn, ABD-AB iliþkilerini oldukça gereceðinden ve hatta AB içerisindeki bazý ülkelerin düþmanlýðýný çekeceðinden de kuþku yoktur.

ABD’nin, Avrupa’ya düþmanca bakan ve üstelik de hemen onun yaný baþýnda bulunan bir milliyetçi Türkiye ile bölgesel politikalar çerçevesinde anlaþmasý, ABD ile AB arasýndaki iliþkilerin gerilmesine neden olacaðý gibi, AB içerisindeki anlaþmazlýklarý arttýrarak, AB’nin bir tür politik ölümünü de hazýrlayabilir ya da bu yönde bir eðilimin geliþmesine yani ABD’deki faþist hareketlerin geliþmesine ve güçlenmesine etkide bulunarak, AB’deki politik istikrarsýzlýðýn geliþmesine ve burjuva demokrasisinin krizinin geliþmesine önemli ölçüde etkide de bulunabilir. Bu yeni bir devrimler döneminin kapýsýnýn açýlmasý demektir ve sonuçlarý belki de Ekim Devrimi döneminden de daha büyük olabilecek bir olaylar zincirinin geliþmesi demek olabilecektir.

Bugün gelinen tarihsel aþamada, emperyalistler arasýndaki çeliþkilerin keskinleþmesinin derecesini göstermesi açýsýndan Roma Konferansý iyi bir gösterge olmuþtur. Roma Konferansý’nda emperyalistler, Ýsrail ile Lübnan (daha doðrusu Hizbullah) arasýndaki savaþýn durmasý noktasýnda her þeyden önce kendi çýkarlarýndan dolayý anlaþamamýþlardýr. Lübnan konusunda dahi anlaþamayan ve üstelik de “müttefik” geçinen bu ülkeler, ileride ortaya çýkacak olan büyük olaylar karþýsýnda (örneðin gelecekte bir Suriye ve Ýran noktasýnda) nasýl anlaþacaklar!

Ýsrail’in , Hamas ve Hizbullah tarafýndan askerlerinin belirli aralýklar ile kaçýrýlmasýndan sonra (ki Ýran’ýn dýþ politikasýnýn bir uzantýsý olarak gerçekleþmiþtir), Filistin ve Lübnan’da giriþtiði askeri harekatýn asýl amacý, Hamas’ý Filistin’de , Hizbullah’ý da Lübnan’daki diðer politik yapýlarla karþý karþýya getirmek ve bu ülkeleri bir iç savaþa sürüklemektir. Özellikle de Lübnan’ýn toplumsal konumu oldukça hassas ve buna müsaittir.

Hamas ve Hizbullah asla masum deðildirler. Çünkü kendi halklarýný bölgedeki gerici devletlerin (Ýran ve Suriye gibi) ve onlarýn arkasýndaki emperyalist güçlerin politikalarýna ve çýkarlarýna peþkeþ çekmiþlerdir. Hamas ve Hizbullah’ýn kendi halklarýný baþka burjuva ülkelerin çýkarlarý doðrultusunda peþkeþ çekmeleri asla affedilmez bir durumdur. Bu örgütler dolaylý bir þekilde yürütülen emperyalist savaþýn araçlarý durumuna gelmiþlerdir. Yürüttükleri politikalarýn kendi halklarýnýn çýkarlarý ile bir alakasý yoktur. Gerek Hamas ve gerekse de Hizbullah düzenli olarak (ama özelliklle de Hizbullah) Ýran’dan resmi olarak her yýl ödenek almaktadýr. Ýran, Filistin ve Lübnan’da kendi yaratmýþ olduðu bir iþbirlikçi kast aracýlýðýyla bu ülkelerde ekonomik, politik ve ideolojik olarak kök salmaktadýr. Ýran bu yýl BM Güvenlik Konseyi’nin Hizbullah’ýn silahlandýrmasýný oyladýðý halde her yýl verdiði ödeneði Hizbullah’a yine verdi. Üstelik hiç de saklamadan. Hamas ve Hizbullah’ýn bölge ve küresel politikalara baðlanma biçimleri belirtilmeden , Ýsrail-Lübnan savaþý üzerine bir analiz yapmak neredeyse imkansýz gibidir.

Ýsrail’in Lübnan’a saldýrýsý, savaþýn bölgeselleþmesi doðrultusunda önemli bir kilometre taþý olmuþtur. Gelinen aþamada, bölgenin bir daha da eskisi gibi olmayacaðý açýktýr.

Yine gelinen aþamada cevaplanmasý gereken en önemli sorulardan bir diðeri de, Ortadoðu’daki dolaylý emperyalist savaþýn giderek dolaysýz bir biçime bürünüp bürünmeyeceði sorusudur.

Uluslararasý emperyalist ekonominin ve politikanýn mantýðý gereði, emperyalist savaþýn dolaysýz bir biçime evrilmesi kaçýnýlmazdýr. Ancak burada unutulmamasý gereken önemli bir nokta vardýr. Emperyalist devletlerin hemen hemen hepsi (Almanya ve Japonya gibi uluslararasý anlaþmalar gereði nükleer silahlarý olmayanlar da bunu hemen elde edebilecek kapasiteye sahiptir) nükleer bir askeri kapasiteye sahiptir. Elde varolan nükleer silahlar dünyayý tahrip etmeye ve karþýlýklý olarak birbirlerini büyük oranda yok etmeye yeter. Onun için kendiliðinden “karþýlýklý bir caydýrýcýlýk” ilkesi zorunlu bir þekilde oturmuþ ve uzun zamandan beri varolan bir durumdur. Yine hiçbir emperyalist ülkenin bunu bozmada çýkarý da yoktur. Bundan dolayý dolaysýz bir emperyalist savaþ, ilk etapta konvansiyonel silahlarla yürütülen bir savaþ olur. Ancak taraflardan birisi nükleer bir silaha baþvurduðu zaman diðeri buna ayný þekilde karþýlýk verir. Zaten emperyalist devletlerin hepsinin nükleer savaþ programý, ilk nükleer darbeyi yedikten sonra, hýzlý toparlanma ve nükleer karþýlýk verme kapasitesi temelinde örgütlenmiþtir. Bu “karþýlýk verme”de en önemli unsur deniz altýlardýr. Nükleer silahlar taþýyan deniz altýlar, ilk darbeden sonra nükleer bir karþýlýk verme kapasitesine sahiptirler.

Komünistler Ortadoðu’da dolaylý bir þekilde süren emperyalist savaþta asla saf tutamazlar. Komünistlerin politikasý, bu savaþta ister pasif ister aktif olsun bir tarafa angaje olmamaya çalýþmak ve her iki tarafýn da haydut olduðunu belirtmektir. Emperyalist ekonomi varoldukça ve onun temellerine dokunulmadýkça savaþýn kaçýnýlmaz olduðunu ve proletaryanýn dýþýnda ve onun enternasyonalizminin dýþýnda hiçbir politikanýn barýþa götüremeyeceðinin propagandasýný yapmaktýr.

Kahrolsun emperyalist ve gerici savaþ. Tek yol sosyalist devrim! Filistin’de, Lübnan’da, Suriye’de, Ýran’da, Ýsrail’de ve bütün dünyada dolaylý ve dolaysýz bir þekilde emperyalist savaþa çekilen ülkelerin burjuvazilerinin devrilmesi olmalýdýr komünistlerin þiarý. Silahlar bütün gericilere çevrilmelidir. Þiarýmýz emperyalist savaþý iç savaþa ve sosyalist devrime çevirmek olmalýdýr.

Komünistler kahrolsun emperyalist ve gerici savaþ sloganýný atarlarken, elbette ki Ýsrail’in Filistin ve Lübnan’dan çekilmesini, ABD’nin ve yardakçýlarýnýn Irak’tan ve Afganistan’dan çekilmesini isteyecek ve talep edeceklerdir. Ama ayný zamanda komünistler, karþý tarafýn gerici ve karþý-devrimci yüzünü göstermek ve teþhir etmekle de yükümlüdürler.

Komünistler, Ýsrail’in Filistin ve Lübnan’a saldýrýsý karþýsýnda, ilk elden Ýsrail’in bu iki ülkeden çekilmesini talep etmelidir. Ama bunu Filistin ve Lübnan’daki Hamas ve Hizbullah ve de bu gibi karþý-devrimci politik akýmlarýn gericiliklerinin teþhir edilmesi, alçaklýklarýnýn ortaya çýkarýlmasý ve kirli çamaþýrlarýnýn ortaya dökülmesiyle beraber yapmalýdýrlar.

Uluslararasý emperyalizmin ekonomik ve politik zemini üzerinde hiçbir zaman adil bir barýþ sözkonusu olamaz. Bu sistemde barýþ, ancak birilerinin diz çökertilmesi ve yaðmalanmasý temelinde mümkündür.

Komünistlerin görevi, her ülkede, bu savaþa dolaylý ve dolaysýz bir þekilde bulaþan her türden burjuvaziyi teþhir etmek ve bütün savaþ karþýtý politikayý, burjuvaziyi devirmeye ve sosyalist devrime baðlamaya çalýþmaktýr. Komünistler, emperyalist savaþý iç savaþa dönüþtürerek ve bu savaþtan burjuvaziyi alaþaðý etmek için yararlanmalýdýrlar.

Emperyalizm ve bütün burjuva sýnýflar karþýsýnda baðýmsýz kalabilmek için ona karþý mücadele etmek gerekir. Bu mücadeleyi de bütün ülkelerde içsavaþlar aracýlýðýyla mutlak suretle sosyalist devrime baðlamak gerekir. Ama sosyalist devrim savunusunu da enternasyonalizm aracýlýðýyla Bölgesel Sosyalist Devrime yani Ortadoðu Sosyalist Cumhuriyetler Birliði’ne ve bu temelde de emperyalizme karþý Dünya Sosyalist Devrimi’ne baðlamak gerekir.

Her ne kadar bugün komünist kitle partileri yoksa da bu perspektif ve politikadan vazgeçilmemelidir. ”Pratik” olma adý altýnda burjuvazinin herhangi bir kesimine dolaylý ya da dolaysýz destek verilmemelidir. Önemli olan “pratik” olmasa da bu politikayý savunmaktýr. Çünkü önemli olan devrimci ve komünist kadrolarýn ve onlar aracýlýðýyla iþçi sýnýfýnýn politik eðitiminin doðru yapýlmasý sorunudur.

Ýþçi sýnýfý açýsýndan savaþtan adil ve gerçek bir barýþ temelinde çýkýþ yolu, Ortadoðu’da emperyalizmin ve gerici burjuva devletlerin sosyalist devrim yolu ile yýkýlmasý ve enternasyonalizm temelinde ve Sovyet biçimi altýnda yekpare birleþmesinde ve de emperyalist ülkelerde sosyalist devrimlerin tutuþturulmasýna en etkin bir þekilde dolaylý ve dolaysýz bir þekilde katýlmakla mümkündür. Bunun dýþýnda bir “barýþ” politikasý ve þiarý iþçi sýnýfýný aldatmaktan ve sahtekarlýktan baþka bir iþe yaramaz!

-------------
(1) Ýsrail Lübnan’ý bombalarken sözde yanlýþlýkla Birleþmiþ Milletler binasýný vurdu. Bu bombalamada BM çalýþanýndan dört kiþi öldü. Bunlar arasýnda bir de Çin’li bir görevli de bulunuyordu. Ýsrail’li bir uzman bu saldýrýnýn ABD’nin 1999 yýlýnda Yugoslavya’ya yaptýðý hava saldýrýsýnda sözde «yanlýþlýkla» vurulan Çin büyük elçiliði ile ayný anlama geldiðini belirtti. Yani Ýsrail BM çalýþmasý adý altýnda bazý devletlerin kendi aleyhlerine çalýþtýðýný belirtiyordu. Bu gerçekten anlamlýdýr.
|
_ _