|
Devrimci Bülten Sayı 76 (4) |
|
|
SÜLEYMAN SOYLU MESELESİ ÜZERİNE Kemal Erdem
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun iki günlük sokağa çıkma yasağı sonucunda ortaya çıkan tablo karşısında istifa etmesi ve sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu istifayı kabul etmeyerek tekrar göreve dönmesi, kamuoyunda çok tartışıldı. Bu olayın bu kadar tartışılmasının nedeni, istifa sonrası Süleyman Soylu taraftarlarının gösteri yapması ve bunun Erdoğan ve AKP’ye bir gözdağı şeklinde yorumlanması olmuştur.
O halde Süley man Soylu meselesini nasıl yorumlamak gerekir?
Süleyman Soylu meselesini ancak Mehmet Ağar sorunu üzerinden anlayabiliriz. Çünkü Soylu Mehmet Ağar’ın temsilcisidir ve onun yerine ikame etmektedir. Erdoğan kamuoyu baskısından dolayı yani Ağar’ın kontrgerilla geçmişinden dolayı, onu direk olarak İçişleri Bakanlığı’na atamak yerine , Ağar’ın en güvendiği adamı olan Süleyman Soylu’yu atayarak, onun aracılığıyla İçişleri Bakanlığı’nı yürütmesini sağlamaktadır.
O zaman Mehmet Ağar olayını irdelemek ve onun üzerinden olayları analiz etmemiz gerekmektedir. Sorulması gereken ilk soru şudur: Erdoğan ile Mehmet Ağar nasıl bir araya geldi?
Erdoğan ile Ağar (aynı şekilde Tansu Çiller) arasındaki ilişki şantaj üzerine oturan bir ilişkidir. Daha Gülen Cemaati ile olan ortaklık döneminde Erdoğan ve AKP, Merkez Sağ denilen kesimi,iktidarın tam ele geçirilme döneminde yani Ergenekon Komplosu döneminde, CHP ve Kemalistler’den ve yine Ordu’nun etkisinden uzak tutmak için şantaj politikası uyguluyorlardı. Bazı kesimleri sahte delillerle sözde Ergenekon Örgütü ile ilişkilendirirlerken, Ağar ve Çiller gibilerini de geçmişte ama özellikle 1990’lı yıllarda işledikleri faili meçhul cinayetler üzerinden şantaja tabi tutuyorlardı. İşte Erdoğan sürekli olarak Ağar’ın başının üzerinde bu Demokles Kılıcı’nı sallandırarak, onu sürekli olarak istediği yere sürüklüyordu ve istediği rolü ona oynatıyordu.
Çok kritik olan 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinden önce, Demokrat Parti çatısı altında gerçekleştirilmek istenen ANAP-DYP birlikteliğinin başarısız olmasının altında yatan en önemli neden de Mehmet Ağar’dı. Merkez Sağ’daki bu birliğin gerçekleşmesi ve DP çatısı altında her iki partinin genel seçimlere katılmasının en direk sonucu, AKP’nin oylarının düşmesi olacaktı ve AKP mecliste salt çoğunluğu kaybederek, politik olarak büyük bir darbe yiyecekti. Böyle bir politik sonucun en direk sonuçlarından bir tanesi, devreye sokulmuş olunan ve Ordu’nun ele geçirilmesini öngören Ergenekon Komplosu’nun başarısız olması olacaktı. AKP-Gülen Cemaati ittifakı, Mehmet Ağar’ı geçmişte işlenen faili meçhul cinayetler üzerinden tehdit ederek, ANAP-DYP birliğinin gerçekleşmesini engellediler. Bu gerçeği Erkan Mumcu 2018 yılında verdiği bir röportajda açıkça belirtti.(1) Bu röportajda Mumcu, iki parti arasındaki birliğin engellenmesinde Ağar’a yapılan şantajın etkili olduğunu belirtiyordu.
Erdoğan Ağar’a AKP karşısında siyaset yapmasının bütün yollarını kapattı. Üstelik Ağar’ın devam eden davaları vardı ve AKP karşısında siyaset yapmasıyla, uzun yıllar cezaevine girmesi arasında bir denklem bulunuyordu. Süren davalardan az bir ceza ile kurtulabilmesi ancak Erdoğan ile politik olarak anlaşmasına bağlıydı. Erdoğan Ağar’ın AKP’de uysal bir şekilde siyaset yapmasını ve geçmiş tecrülerini AKP’nin emrine vermesini istiyordu. Çünkü Gülen Cemaati ile kopuşmanın yakın ve kaçınılmaz olduğunu biliyordu ve de Mehmet Ağar gibi hem Emniyeti hem de İçişleri Bakanlığı’nı tanıyan bir kadronun işine çok yarayacağını biliyordu.
Erdoğan 2010 yılında , Cemaat ile kopuşmak için harekete geçmeye başladı. Bilinenin aksine AKP ile Gülen Cemaati arasındaki kopuşma tarihi 7 Şubat 2012 değil ama 2010’dur. Bu tarihte Erdoğan dershanelerin kapatılmasını gündeme getirir ve zaten Mavi Marmara olayında da iki kesim ters düşmüştür. Erdoğan zaten 2002 yılından beri hükümet olmanın imkanlarını kullanarak, Cemaat’in kadrolarının yerine kendi kadrolarını yaratıyordu ve her yerde Cemaat’in kadrolarını dengeliyordu. Dershanelerin kapatılmasını gündeme getirmesinin nedeni, Cemaat’in tepkisini ölçmekti. Cemaat’in alttan alta kendisine karşı çalıştığını gören Erdoğan, onunla kopuşmak için fırsat bekliyordu. 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı gözaltına almak isteyen Gülen Cemaati’nin artık açıktan harekete geçtiğini gören Erdoğan, kendi tarafından da önlemler almaya başladı.
MİT Müsteşarı’nın gözaltına alınmak istenmesinden tam iki ay sonra, Nisan 2012’de Mehmet Ağar ve taraftarları topluca AKP’ye katıldılar .Ağar da çok az bir şekilde ceza alarak ve çok rahat bir tutukluluk geçirerek cezaevine girdi. Bu olayın Erdoğan’ın ileriye dönük bir politik yatırımı olduğu ve Cemaat’ten boşalan yere Ağar ve adamlarını getirmek istediğinin en açık bir göstergesiydi. Aslında bu işbirliği, Ağar’ın AKP’ye tamamen katılması değildi ama bir tür ittifaktı. Ağar AKP içerisine girmekle bir yandan Erdoğan zırhını elde ediyordu, öte yandan da devlet içerisinde önemli bir görev elde ederek kendi özerk alanını koruyor ve genişletiyordu.
Ağar’ın ne kadar akıllı bir iş yaptığı zaman içerisinde görüldü. İçişleri Bakanlığı’nı Süleyman Soylu aracılığıyla yürüten Mehmet Ağar, Cemaat’in kadrolarının yerine MHP’ye yakın milliyetçi polisleri getirerek, gelecekteki AKP-MHP yakınlaşmasını da sağlamıştır. Devlet içerisinde MHP kadrolarına yer vererek, dolaylı olarak AKP dışında bir politik destek de elde ediyordu. Erdoğan’ın Başkanlık sistemine geçmesinden ve MHP’ye daha bağımlı hale gelmesinden sonra, Ağar’ın Erdoğan karşısındaki ağırlığı da artmıştır. Ağar artık Erdoğan karşısında savunmasız ve zayıf Ağar değildir ve devlet Bahçeli ile MHP’nin desteğine sahiptir. Devlet Bahçeli-Mehmet Ağar ilişkisi, zayıflayan bir Erdoğan ve AKP karşısında önemli bir ağırlık oluşturmaktadır.
İşte Süleyman Soylu’yu istifa ettikten sonra destekleyen kitle (ki Mehmet Ağar’ın kitlesidir) , bir yandan Erdoğan’a mesaj verirken, öte yandan da kendi gücünü sınama olanağı elde etmiştir. Gerçek şudur ki, Erdoğan her ne kadar Soylu’nun istifasını kabul etmeyerek patron benim dese de, öte yandan da kendisine açıktan meydan okunmuş ve buna rağmen bu meydan okumayı sineye çekmiştir.
Süleyman Soylu olayı, Erdoğan’ın genel olarak tek iç siyasette değil ama iktidar bloku içerindeki güç ilişkileri bağlamında da sıkıştığını göstermektedir. Üstelik iktidar bloku içerisindeki sorun tek Devlet Bahçeli ve Mehmet Ağar meselesiyle de sınırlı değildir. Hulusi Akar’ın da kendi çapında bir ağırlığının olduğu göze çarpmakta ve bir gün “huzursuzlar”ın uğursuz bir şekilde Erdoğan karşısında dizilmeleri ihtimali artmaktadır. Bu farklı güç odaklarının , bir zamanlar Erdoğan’ın yaptığı gibi emperyalist bir güce sırtlarını dayamaları ve iktidar bloku içerisinde konspirasyonda bulunmaları hep ihtimal dahilindedir .
Bunu biz değil ABD’deki düşünce kuruluşları raporlarında ima etmektedirler!
Kaynaklar: (1) Bakınız daha fazla bilgi için ilgili röportaja: https://www.independentturkish.com/node/51181/siyaset/erkan-mumcu-erdo%C4%9Fana-kumpas-kurdular-a%C4%9Far-%C5%9Fantaja-u%C4%9Frad%C4%B1
|
|
|
|
|