|
PKK’NİN STRATEJİK AÇMAZI VE ÇÖZÜM YOLLARI ÜZERİNE K. Erdem Türkiye’nin Rojava’daki son Barış Pınarı işgal operasyonu ve Türkiye-ABD anlaşması, PKK’nin ama özellikle de PKK’nin Kandil Yönetimi’nin, uzun zamandan beri uygulamış olduğu yanlış politikalardan dolayı stratejik bir açmaz içerisine düştüğünü de göstermektedir. ABD’nin kendi İran politikası için Türkiye’nin Rojava’nın bir kısmına girmesine göz kırpmasından sonra,Türkiye anlaşmalı bir şekilde Rojava’nın bir kısmını işgal etmiştir. Bu durum yeni bir dönüm noktası olup, PKK’ye yeni bir stratejik yönelim dayatmaktadır. Hareketin bu yeni stratejik yönelimi yapamadığı durumda,1999’dan daha büyük bir stratejik darbe ile karşı karşıya kalması kaçınılmazdır.
Herşeyden önce PKK’nin stratejik açmazının karakterini ortaya koymak gerekmektedir. PKK’nin stratejik açmazı ne ile karakterizedir?
PKK’nin stratejik açmazı, Kürdistan’ın hiçbir parçasındaki mücadeleyi sonuna kadar götürememe hatta elindeki kazanımları dahi koruyamamayla karakterizedir. Bunun nedeni ise Kürdistan’ın farklı parçalarını, doğru bir strateji temelinde birbirlerine bağlayamamasından kaynaklanmaktadır. Bu bağlayamamanın altında ise, bir bütün olarak emperyalist siyaseti ve bu siyasetin temel bileşenlerini doğru yerlerine oturtamaması ve onların arasındaki ilişkilerin doğasını yeterince anlayamaması yatmaktadır. Bunlara ek olarak da, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geliştirmiş olduğu yeni devrim tipini ve ilkelerini anlayamaması da bulunmaktadır. Bütün bunlar bugünkü PKK’nin stratejik açmazının altında yatan temel nedenlerdir.
O zaman bu noktaları kısaca açalım.
PKK emperyalist sistem içerisinde hangi güçlerin doğasını yeterince anlayamamıştır?
Bunların başında ABD ve müttefikleri gelmektedir. ABD’nin gücünün sınırlarını ve hegemonyasındaki tarihsel aşınmayı yeterince hesaplayamamış ve çok mekanik bir şekilde bu gücün Ortadoğu’ya ağırlığını koyarak, başta İran rejimi olmak üzere bir çok rejimi yıkabilecek durumda olduğunu sanmıştır. Hatta bu gücü o kadar abartılı ele almıştır ki, Türkiye’nin iplerini her zaman elinde tutacağını ve ABD ile müttefiklerine rağmen Türkiye’nin bağımsız bir politika izleyemeyeceğini sanmıştır. Halbu ki, Kürt Halk Önderi, 2003 yılında yazdığı “Bir Halkı Savunmak” kitabında, bir çok ihtimali hesaba katmış ve Türkiye’nin statükoyu korumak için hareket ettiği bir durumda nasıl hareket edilmesi üzerine beyin jimnastiği yapmıştır! Öcalan Türkiye’nin bağımsız hareket etme yeteneğini ve olasılığını her zaman gözönünde bulundurmuş ve hatta 2008 yılından itibaren hazırladığı yeni strateji de buna dayanmaktadır (Bakınız “İmralı Notları ve Barış Süreci adlı yazıma).
İkinci olarak, Türkiye’de iktidar değişiminin karakterini okuyamamasıdır. Önce AKP-Cemaat ittifakının beraber, daha sonra da AKP’nin tek başına iktidarı ele geçirmesinden sonra,bu değişimin Batı ile stratejik ilişkileri yokedeceğini görememiştir. Batı’nın AKP’yi her zaman yola getireceği beklentisi, yukarıdaki hatanın uzantısı olarak ortaya çıkmıştır yani ABD ve müttefiklerinin gücünün yanlış ölçülmesinin. AKP’nin ABD ile Rusya emperyalist kampları arasında daha zayıf ama bölgesel bir üçüncü emperyalist kamp oluşturma ve bu temelde emperyalist savaşta nüfuz mücadelesi içerisine girmeyi anlayamamıştır. AKP bu üçüncü ve bölgesel olan zayıf emperyalist kampı,diğer iki kamp arasına Stratejik Denge Konumu elde edecek şekilde yerleştirmiştir ve bunun Rusya ve İran ile taktik bir ilişki kurmaya kapı aralayacağını anlamamıştır. PKK’nin Batı’ya fazla yaklaştığı bir durumda, bu sonuncuları yaklaştıracağını görememiştir. AKP aslında Öcalan’ın PKK’yi oturtmuş olan tarihsel yerine ikame etmiştir ve PKK’nin hatalarını kullanarak onu bu yerden uzaklaştırarak kendisi onun yerine geçmiştir.
Bütün bunlar, PKK’nin stratejik önceliğini hangi parçaya vermesi gerektiğini ve bu önceliğe göre diğer parçalardaki ilişkilerin taktik yapısının nasıl örülmesi gerektiğine engel teşkil etmiştir. Ama ideolojideki başka yanlış noktalar da bu çerçevenin ortaya çıkmasına yardım etmiştir. Demokratik Ulus ve Demokratik Modernite devrim teorilerinin yeterince anlaşılamaması, stratejik ve taktik yapının yanlış kurulmasına neden olmuştur (Bunun detayları için “PKK ve Ortadoğu Devrimi” adlı kitabıma bakılabilir). Özellikle de Kürt Ulusal birliğinin Kürdistan Ulusal Kongresi etrafında oluşturulmaması da yine KDP ve YNK gibi hareketlerin tarihsel doğalarının anlaşılamamasından kaynaklanmıştır. Yine bu sorunların bir parçası olarak, savaş alanındaki temel noktalarla ikincil noktaların birbirlerinden ayırtedilememesi ve temel noktalara yoğunlaşırken ikincil noktalarda profilin düşük tutulması ya da pas geçilmesi ilkesi de uygulanılamamıştır.
Bugün PKK açısından bütün mesele, bu stratejik açmazdan nasıl kurtulacağı ve mücadeleyi nasıl bir yol ve yöntem üzerine oturtacağı sorunudur, ki bu makalenin ana temasını oluşturur.
PKK’nin bugünkü stratejik açmazdan kurtulabilmesi için, herşeyden önce Kürdistan’ın hangi parçasına öncelik vereceğini ve diğer parçalardaki ilişkileri bu önceliğe göre nasıl ayarlayacağı sorununu çözmesi gerekir ki, bu sorun emperyalist sistemin analizine ve bu sistem içerisindeki güçlerin ilişkilerinin doğru değerlendirilmesine bağlıdır.
Stratejik önceliğin belirlenmesi noktasında PKK’nin fazla bir seçeneği yoktur. Zaten AKP’nin faşist zihniyeti ve düşmanlığı, Türkiye düşmanlığını acil olarak PKK’ye dayatmaktadır. PKK AKP’nin kendisine olan düşmanlığından kaçamayacağı için doğal olarak baş düşman olarak PKK’nin karşısına dikilmektedir. Bunun nedeni AKP’nin yeni bir rejim inşasına girişmiş olması ve bu rejimi de PKK ile düşmalığı körükleyerek ve Kürt sorununu sonuna kadar istismar ederek, içerideki muhalefeti sürekli bölmesinden kaynaklanmaktadır. PKK ile savaş yeni faşist rejimin oturtulmasına hizmet etmektedir. Sorun bir yanıyla bu iken, diğer yanıyla da PKK’nin varlığının yeni rejim için sürekli tehdit oluşturmasıdır. PKK tehditi varoldukça yeni rejim asla oturmayacaktır. Bu durum Kuzey savaşını temel savaş olarak PKK’ye dayatmaktadır.
PKK Kuzey’den (AKP) gelecek olan tehditi,Batı’nın Türkiye üzerinde uygulayacağı baskı ile dizginleyebileceğini sanmıştır. Bundan dolayı yanlış bir ilişki ve mücadele yapısı ortaya koymuştur. Kuzey savaşına zayıf hazırlanmış ve Batı’nın İran rejimini yıkma politikasına fazla angaje olarak, Rusya-İran ekseninin Türkiye’yi Suriye’ye çekmesine neden olmuştur. Rusya-İran ekseni, Batı’nın Rojava’yı güvenli hale getirerek,buradan İran rejimini yıkmak için yararlanmasını önlemek ve bu temelde İran cephesinin açılmasını sürekli geciktirmek için,Türkiye’nin Suriye’ye girişine izin vermişler ve PKK’nin güçlerinin sürekli olarak Rıojava’da çakılı kalmasına neden olmuşlardır.
Yeni ABD Yönetimi ise (Trump ve danışmanı Kissinger), Rusya ve İran’ın bu politikasına aynı şekilde pazarlığı üst perdeden açarak karşılık vererek,Rojava’nın bir kısmını Türkiye’ye bırakarak,Türkiye ile Suriye devletini savaş ile karşı karşıya getirme politikasına geçmiştir. Bu politika, PKK, IŞİD ve Suriye devletinin Türkiye ile çatışmasını öngörmekte ve ABD dışındaki bütün güçlerin zayıflatılması hedefine bağlanmıştır. ABD kendi çıkarları için Rojava’nın bir kısmını gözden çıkarmış ve hatta PKK’yi Kandil’de ezme politikasına da kapı aralayarak,PKK’yi tam bir stratejik açmaza sürüklemiştir.
Bütün sorun PKK bu çemberden nasıl çıkacaktır?
Yeni bir stratejik perspektif geliştirmeden bu çemberden çıkış mümkün değildir. Ama sorun bu yeni stratejik perspektifin gelişiminin ideolojik sıçrama yapılmasına bağlı oluşudur. Özellikle de Leninist ya da Bolşevik devrim tipinde ısrarın PKK’nin stratejik darbelenmesine sadece katkı yapacağıdır. PKK’nin Kandil Önderliği, Kürt Halk Önderi’nin Yeni Devrim Tipi’nin temel ilkeleri düzeyine çıkmakla yükümlüdürler ve bunu yapamadığı her durumda kaybedecektir. O zaman kısaca ne yapılması gerektiği üzerinde duralım.
Önce PKK’nin askeri ve diplomatik olarak hangi cephelerle karşı karşıya olduğunu ortaya koyalım:
1-ABD,İsrail ve başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez Monarşileri 2-İngiltere ve AB 3-İran 4-Suriye 5-Rusya 6-Çin 7-KDP-YNK 8-Türkiye ve Katar
Ama bunlar da kendi içerisinde dört grup oluştururlar:
1-ABD,İsrail ve başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez Monarşileri ve KDP. 2-Rusya-İran-Suriye-YNK-Çin. 3-İngiltere,AB. 4-Türkiye ve Katar.
Bir de bunlar içerisinde PKK ile direk savaşacak olanlar vardır, bir de dolaylı olarak savaşacak olanlar vardır.
1-Direk: Türkiye,İran,Suriye. 2-Dolaylı: ABD ve müttefikleri,İngiltere,AB (bu sonucusu daha çok Fransa, Almanya, Hollanda vs. )
KDP ile YNK hem direk hem de dolaylı olarak savaşma potansiyelleri olan hareketlerdir.
PKK karşısındaki bu geniş düşman cephesinin bir çok parçaya ayrılması ve Kuzey savaşının AKP faşizminin yıkılması temelinde sonuca götürülmesi mümkündür!
I-PKK’nin Stratejik Önceliği
PKK’nin stratejik önceliği Kuzey Kürdistan’dır. Zaten AKP bu savaşı PKK’nin kucağına bırakmıştır ve PKK’nin bu savaştan kaçınma olanağı yoktur. Bütün güçleri ezici bir şekilde Kuzey savaşında toplayabilmek gerekir. Bu PKK efektiflerinin yaklaşık yüzde yetmişine denk düşer. Ama PKK’nin gerilla güçlerinin ezici çoğunluğunu Kuzey savaşında toplayabilmesi için Kürdistan’ın diğer cephelerinde radikal taktik düzenlemeler yapması gerekmektedir (ileride açacağız).
Ama Kuzey savaşının verilme tarzı da Kürt Halk Önderi’nin Yeni Devrim Tipi temelinde olmalıdır. Klasik Devrimci Halk Savaşı terkedilmelidir. Sırf savaş ile zafer kazanılmaz. Kuzey’deki savaş Türk iç politikasının kalbine saplanmış bir kama gibi olmalıdır yani psikolojik savaş konseptine uygun olarak, HDK ile HDP’nin önünü açan bir yapıya sahip olmalıdır. Savaş HDP’nin büyütülme sürecine bağlanan ve seçim sistemi etrafında Erdoğan ve AKP’nin meşruiyetinin yokedildiği bir yapıya sahip olmalıdır. HDP’nin büyütülmesine bağlanmayan bir savaş yenilmeye mahkumdur.
Kandil modern çağın savaş konseptini kavramamıştır. Bu savaş biçimi Vietnam’da doğmuştur ve denenmiştir ve de sonuç alınmıştır. Barış sürecinde de Kürt Halk Önderi’nin yapmak istediği şeyin aynısıdır. Sorunun anlaşılması için Vietnam’da savaşın nasıl kazanıldığına kısaca değinelim.
Kuzey Vietnam eğer ABD ve Güney karşısında savaşı kazandı ise ve ABD savaşı kaybetti ise bunun nedeni savaşın karakterini en iyi Kuzey’in kavramış olmasında yatar. Çok doğru olarak Kuzey Vietnam savaşı iki cepheye bölmüş ve bu iki cephe arasındaki diyalektik ilişkiyi ise doğru kurmuştu. Kuzey Vietnam’a göre,Vietnam savaşı biri Vietnam’da olan askeri bir alana, diğeri de ABD’de olan politik ve psikolojik bir alana sahipti ve bu ikisi içiçe geçmişti. Kuzey hiçbir zaman savaşı Vietnam’daki askeri yöntemlerle kazanamazdı. Vietnam savaşı ancak ABD’de ABD hükümetlerinin kendi halkıyla karşı karşıya gelmesiyle yani merkezde bir irade zayıflamasıyla sonlanacak bir yapıya sahipti. Bunun için yapılması gereken tek şey ise ABD’ye azami düzeyde ABD askeri cenazesi göndermekti. Bir kez savaş bu şekilde kurulduktan sonra General Giap’ın işi ABD kuvvetlerine ülkede en yüksek darbeyi vurmaktı. ABD hükümetleri önce bunu anlamadılar. Ama 1968 Ted Savaşı ABD’de büyük infal yaratınca ve savaşa karşı genel bir kitlesel direnç başlayınca ABD Vietnam savaşından çekilme arayışlarına girdi.
Aynı politikayı Barış Süreci’nin sonunda APO uygulamak istiyordu. Barış sürecinde gerilla kuvvetlerini büyüterek ve yıkıcı bir savaşla AKP’yi sandığa gömerek politik yenilgisini gerçekleştirmek istiyordu.
Kuzey’deki bu yıkıcı savaşın geliştirilebilmesi için,Kürdistan’ın diğer cephelerinde çok önemli taktik açılımların yapılması gerekmektedir. PKK’nin Kuzey’de ezici bir yoğunlaşma gerçekleştirebilmesi için , ABD ve müttefikleri, AB ve İngiltere ile KDP-YNK’yi hareketsiz tutabilmeli ve İran ile Suriye ile de güçlü taktik ilişkiler geliştirmelidir. Okur bunun ilk bakışta zor olduğunu düşünecektir ki haklıdır. Ancak taviz politikalarının akıllı yönetimi bu sonucu getirecektir ve nasıl olacağını açacağız.
II-İran ve Suriye ile Güçlü Taktik İlişkilerin Kurulması
Bugün Ortadoğu’da ama özellikle de Suriye kaynaklı bir çok politikanın altında yatan neden PKK’nin kendisidir. PKK bir çok sorunun kaynağında bulunmaktadır ve ortaya koyacağı akıllı ve güçlü politikalarla da bölge politikasını etkileyecektir.
Kürt Halk Önderi Barış Süreci’nde HDP İmralı Komisyonu aracılığıyla başta Cemil Bayık olmak üzere KCK’ye göndermiş olduğu mesajlarında, Türkiye ile savaşın tekrar başlaması durmunda PKK’nin İran-Suriye ekseninde kalacağını özellikle altını çizerek Cemil Bayık’a bildirmiştir. Hatta Barış Süreci sırasında İran ile ateşkesten Türkiye gibi diyalog sürecine geçilmesinin talimatını vermiştir. Aman bunlar olmamıştır ve nedeni Rojava’da uygulanılan yanlış politikalardır. Ekim 2014’te ABD ve müttefikleri, IŞİD aracılığıyla Rojava’ya saldırmışlar ve PKK’yi Rojava’yı bırakma ve geri çekilme ile elde bulundurma ve taviz verme ikilemine sokmuşlardır. PKK’nin Kandil Yönetimi Rojava’nın elde kalması sonucunda bazı tavizler vererek bugünkü sürecin kapısını aralamıştır. Rojava’da PKK’nin IŞİD aracılığıyla teslim alınması,PKK’nin APO’nun vermiş olduğu İran-Suriye eksenine geçmesine engel olmuştur. PKK ile İran ilişkileri ateşkes düzeyinde kalmış ama bu ateşkesin bozulması da Rojava’nın güvenli hale getirilmesiyle ve güçlü bir Kürt ordusunun kurulmasıyla da bozulacak olmasına bağlanmıştır. Bu durum İran ve Rusya’yı harekete geçirerek ve Türkiye’yi Suriye’ye çekerek hep geciktirilmiştir. Türkiye’yi Suriye’ye sokan PKK’nin yanlış politikalarıdır. Bu politikanın sonlandırılması ise olayların tersten tekrar doğru bir şekilde kurulmasına bağlıdır. Özellikle de bugün Trump yönetimi uygulamış olduğu politika ile her ne kadar PKK’ye büyük bir darbe vurmuşsa da PKK’nin yeni bir politikaya geçebilmesinin de aslında olanaklarını yaratmıştır.
PKK İran ve Suriye için yaratmış olduğu tehditi ortadan kaldırdırdığı oranda İran ve Suriye ile güçlü ilişkiler yaratmış olacaktır. Bu ilişkiler olmaksızın,Kuzey savaşında ezici güç oluşturamaz.
Rojava’nın İran ve Suriye için tehdit olmaktan çıkarılması, aynı zamanda Türkiye’nin İran ve Rusya ile de çelişkilerinin arttırılması anlamına gelecek ve Barış Pınarı Harekatı ile Türkiye Suriye bataklığına saplanmış olacaktır. Türkiye Suriye’de kaldıkça, PKK İran ve Suriye ile uzun yıllar sorunsuz bir ilişki kurabilecektir ve Türkiye’nin Suriye’deki işgaline karşı bir denge unsuru olarak,İran ve Suriye PKK’ye destek vereceklerdir.
Ancak PKK’nin İran ve Suriye devletleriyle de önemli “ev ödevleri” vardır ve bu ev ödevlerini sorunsuz yapmak durumundadır. Hem İran hem de Suriye rejimlerinin düşmanları karşısında PKK Demokratik Ulus siyasetinin parçası olarak bu devletlerin güvenliğini gözetmek zorundadır. Bundan sonraki bölümde değineceğim gibi, YPG’nin bir bölümünün terhis edilmesi sonucunda,bu devletlerin güvenliklerine katkı yapmalıdır. PKK’nin Suriye’deki askeri birlikleri, Suriye bayrağı altında ve Suriye Ordusu içinde, Suriye iç savaşının sona ermesi ve her türlü işgal birliklerinin ülkeden atılması için Anavatan savunmasına katılmalıdır. Rojava’daki siyasi ve toplumsal örgütler yine kalabilir ama asayişin dışındaki askeri birlikler bu yukarıdaki forma girmelidir.
İran ile ateşkesten Öcalan’ın dediği diyalog sürecine geçilmeli ve bu sürecin ürünü olarak da PJAK İran devletinin güvenliğine katkı yapmalıdır. Hatta İran devletiyle birlikte İran’ın güvenliği için ortak tatbikatlar dahi düzenlenebilir (Eee ne olmuş yani!). Bununla birlikte İran devletinin güvenliğine yapılan bu katkıların sonucunda İran yasal siyasetinde HDP gibi bir oluşumun da önü açılmalıdır. PKK İran’daki mücadeleyi barışçıl yapacağını bu pratiğiyle de göstermiş olacaktır. Burada PJAK’ın ikili kullanıldığı gözden kaçmamalıdır. İran güvenliğine katkı yapan bu güçler aslında Türkiye’de Kuzey savaşını veren güçlerdir! Bütün bunlar Türkiye ve ABD ile müttefikleri karşısında PKK’ye bölgesel bir koruma kalkanı sağlayacaktır.
III-ABD ve Müttefiklerine Karşı Dolaylı Stratejik Tutum
PKK Kuzey savaşı için azami derecede güç toplamaya çalışırken ve tek cephede savaşma stratejisi uygularken, hiç kuşkusuz diğer cephelerde de azami derecede savaşmamaya çalışacaktır. Bunun ise tek bir yolu vardır ki, o da taviz politikalarını akıllıca uygulamaktır.
PKK ABD’nin İran politikalarından uzaklaştıkça ve Rusya-İran-Suriye eksenine doğru kaydıkça, ABD ve müttefiklerinin düşmanlığını da üzerine çekecektir. Bu düşmanlığın karakterini Ekim 2014’te IŞİD aracılığıyla yapılan Kobane savaşıyla biliyoruz. ABD ve müttefikleri bölgede dolaylı bir stratejik tutumdan oluşan bir strateji izlemektedirler ve bu dolaylı stratejik tutumu PKK karşısında da uygulamaktadırlar. Bu dolaylı strateji, kendi direk güçlerini kullanmadan, aldatmaya dayalı bir politika çerçevesinde dolaylı siyasi ve askeri araçlar yaratarak savaşmadır. Terörist cihatçı örgülerin yaratılması ve onlar aracılığıyla bölgede nüfuz alanlarının oluşturulması bu politikanın temelidir. Direk güçler ise bu dolaylı güçleri destekleyen bir yapıya sahiptir.
Ama Ekim 2014’teki Kobane muharebesinden sonra ve bu terörist örgütlere dayanarak (bu örgütleri destekleyen ülkelere de elbette) PYD ile YPG’nin diz çöktürülmesi sağlandı ve bu terörist örgütler üzerinden YPG’ye çengel atıldı. Böylece dolaylı strateji temelinde uygulanılan politika giderek bir derinlik kazanmaya başladı ve cihatçı teröristlere dayanan meşru olmayan düzeyden, PYD ve YPG’ye dayanan meşru bir düzeye yükselmeye başladı. Bu yeni durum emperyalist güç ilişkilerinde yeni taktik açılımlara ve ilişkilere neden oldu. Rusya-İran-Suriye blokunun Türkiye ile yakınlaşmasına ve onun Suriye’ye müdahalesine neden oldu.
PKK APO’nun zamanında çok doğru bir şekilde belirtmiş olduğu İran-Suriye eksenine geçerken, çok önemli bir problemi çözmeyle yüz yüzedir. O da ABD ve müttefiklerinin dolaylı stratejik tutum temelinde ortaya çıkarmış olduğu iki aracın işlemez hale getirilmesi ve bir tehdit olmaktan çıkarılması: ABD ve müttefiklerine bağlı olan başta IŞİD olmak üzere cihatçı örgütler ve ABD’nin güdümüne girmiş olan YPG kısmı. Bu mücadele PKK açısından yüzde doksan dokuz politik ve diplomatik bir mücadeledir ve de bunun yöntemi de ABD ve müttefiklerine karşı onların yapmış olduğu gibi dolaylı bir stratejik tutum ile karşılık vermektir.
PKK ABD ve müttefikleriyle direk çatışmadan, dolaylı stratejik tutuma uygun olarak dolaylı taktik yollar kullanarak onların İran stratejilerini baltalamalıdır, ki bu bir yönüyle ABD’ye bir tür bedel ödetmedir. Dolaylı taktikler ile ABD’nin İran satratejisinin sulandırılması ve baltalanması,onun politikasına bir güvensizliğe neden olarak, farklı güçler ile ama özellikle de İngiltere ve AB ülkeleriyle ortak politika oluşumunun engel olmalıdır.
PKK’nin tek başına ne ABD ve müttefiklerinin cihatçı teröristlerini ne de ABD denetimine girmiş olan YPG kısmını yoketme olanağı bulunmamaktadır. Hatta bir bütün olarak Kürt Ulusu’nun dahi bir araya geldiği yani Ulusal Birlik oluşturduğu bir durumda dahi bu ikisini bertaraf etme gücü yoktur. PKK’nin ABD ve müttefiklerinin dolaylı araçlarını durdurmanın tek bir yolu bulunmaktadır: Doğru bir Ulusal Kongre politikası ve bunlara ek olarak Rusya-İran-Suriye-Irak ile oluşturulacak geniş bir ortak cephe. Bu ise Rojava’nın İran ve Suriye için bir tehdit olmaktan çıkarılmasıyla mümkündür.
Son Barış Pınarı Harekatı ile ABD, Rojava’daki IŞİD’çileri Türkiye aracılığıyla serbest bırakmıştır. Amaç PYD ve YPG’nin ABD’nin planlarının dışında kullanılmasını önlemektir. Zaten uzun zamandan beri de bir kısım IŞİD’çilerde ortada görünmemektedirler ve ABD bunları özel operasyonlar ile güvenli yerlere çekmiş bulunmaktadır ki,bu bölgenin Irak içinde olması yüksektir. Bağımsızlık referandumunda Mesut Barzani’nin boşa düşürülerek, bazı yerlerin Irak sünnilerine bırakıldığı gözönüne alındığında bu IŞİD’çilerin Irak sünnilerine bırakılan yerlere götürüldüğünden şüphe yoktur. Bağımsızlık referandumu sonrasında Kürt’lerden alınıp,Irak sünnilerine bırakılan yerler ile bugün Rojava’da ABD onayıyla gerçekleştirilen işgal hareketleri birbirlerini tamamlayan hareketlerdir.
PKK’nin ABD’nin planlarının dışında hareket ettiği bir durumda, 2014’teki gibi, hem Türkiye’nin güdümünde hem de ABD ve müttefiklerinin güdümündeki cihatçı teröristler ortak hareket edecektir. Böyle bir ortaklık zaten İdlip ve çevresinde bulunmaktadır. Her ne kadar Astana süreci ile Türkiye, kendi çihatçılarını Batı’nın cihatçılarından ayıracağı sözünü vermişse de bunu bir oyalamaya çevirerek gereğini yapmamıştır. Son ABD ve Türkiye anlaşması,Fırat’ın doğusunda ABD ile Türkiye arasında böyle bir işbirliğinin de yolunu açmıştır. ABD-Türkiye cephesi karşısında PKK çok zayıftır ve bu zayıflık ile direnemez. Bu fiili durum ile İran ve Suriye tarafına da geçemez.
O zaman ne yapmalı?
IV-Kürdistan Ulusal Kongresi ve ABD ile Müttefiklerine Karşı Dolaylı Stratejik Tutum
PKK Rojava’dan stratejik bir geri çekilme yapmak zorundadır. Ama bu geri çekilme Rojava’da bir güvenlik boşluğu da oluşturmamalıdır. Bundan dolayı Rojava’nın diğer bütün Kürt örgütleriyle birlikte ortak yönetimini Ulusal Kongre aracılığıyla ön gören bir politikanın hayata geçirilmesi zorunludur. PKK Ulusal Kongre temelinde taviz vermekten korkmamalıdır. Ulusal Kongre aracılığıyla bir Ulusal Kongre Ordusu’nun oluşumuna çalışmalı ve bütün diğer Kürt örgüt ve partilerin bu orduya katılmasını sağlamalıdır. Bu Demokratik Ulus politikasıdır. Böylece Ulusal Kongre ve Ulusal Kongre Ordusu’nun oluşumuyla YPG’nin Rojava’da küçültülmesi birbiriyle koordineli gelişen bir süreç olacaktır. PKK YPG’nin ABD ve müttefikleri için dolaylı bir araç olarak kullanılmasını baltalamak zorundadır. Zaten Ulusal Kongre’nin fonksiyonlarından bir tanesi de ulusun genel otoritesini ABD güdümündeki YPG üzerinde kurmak ve bu gücün Rojava dışında kullanılmasını önlemektir.
Ulusal Kongre Ordusu oluştukça ve YPG’nin bazı yerlerini doldurdukça, YPG’nin önemli bir kısmının PKK, PJAK içerisine çekilmesi ve bir kısmının da Suriye ordusu içerisine gömülmesi zorunludur. Elbette bu politikanın üstü örtülmeli ve aldatma politikası çerçevesinde niyet gizlenmelidir.
Ulusal Kongre’nin ve Ulusal Kongre Ordusu’nun oluşurulması ve Rojava’ya yerleştirilmesi politikası aynı anda iki diplomatik atak ile birleştirilmelidir. İran, Suriye, Rusya ve AB ile yakınlaşma politikasıyla koordine edilmelidir. Çünkü ABD ve müttefikleriyle,Türkiye güdümlü cihatçı teröristlerin ancak bu geniş alanda oluşturulacak cephe ile durdurulması mümkündür.
ABD’nin yeni yönetiminin Obama döneminden farklı bir politikası söz konusudur. Artık İran ve Suriye politikalarında AB ile stratejik bir ilişki aramamaktadır. Son Türkiye anlaşması Avrupa’dan habersiz yapılmıştır. Trump Obama döneminin politik çerçevesinden çekilirken başta Fransa olmak üzere,İngiltere ve Almanya’yı da boşa düşürmüştür. Ulusal Kongre Avrupa ile de yakınlaşma diplomasisi uygulayarak bu ülkelerin de çabalarını cihatçı teröristlere karşı kullanmalıdır.
Böylece Ulusal Kongre aracılığıyla cihatçı teröristlere karşı Rusya, İran, Suriye, Irak’ın bir kısmı ve Avrupa’dan oluşan bir koalisyon oluşacak ve bu cihatçı terörün tehdit düzeyini düşük tutacaktır.
PKK ise PYD ve YPG içerisinde ABD etkisine karşı ideolojik ve politik mücadeleyi geliştirerek, bu kurumların ABD güdümüne girmesinin önüne geçmeye çalışmalı ve bu noktada kontrol dışı olan kadroları özel operasyonlar ile tasfiye etmelidir. Bunu yazmamın nedeni, eski ABD Savunma Bakanı’nın bir açıklamasıdır. Eski Savunma Bakanı Türkiye’ye PKK ile YPG’yi savaştırabileceklerini söylemiştir. Bu da YPG ile PYD içerisinde PKK karşıtı güçlerin olduğunu ya da oluştuğunu gösterir. Eğer böyle bir durum var ise PKK istihbaratının bunun çetelesini tutmuş olması gerekir. Bu yapılamamış ise de KCK hukuku açısından bir suçtur!
PKK’nin ABD ve müttefiklerine karşı dolaylı stratejik tutumunun amacı, bu sonuncuların cihatçı terörünün etkisini kırmak ve yine PYD ile YPG’nin ABD nüfuzu altına giren kesimini dolaylı yollar ile bertaraf ederek, ABD’nin dolaylı strarejisini işlemez hale getirerek,onu ve müttefiklerini İran’a karşı direk askeri tutuma sürüklemektir. Bu direk askeri tutum, merkezi İran devletini zayıflatırken,Doğu Kürdistan’da otoritesi zayıflayan İran devletinin buraları PJAK’a bırakmasına neden olacak ve PKK Doğu Kürdistan’da kurşun atmadan iktidar olacaktır. Üstelik İran devletinin yasallığına dikkat edip, geçmişte Suriye’deki hataları yapmaz ise İran’da Demokratik Ulus siyasetinin önderliğini yapacak olanağa sahip olacaktır.
ABD’nin İran’a karşı dolaylı stratejik tutumun çıkmaza girmesi, Avrupa’yı ABD’den daha da uzaklaştıracaktır ve Ulusal Kongre üzerinden Kürtlere yaklaştıracaktır.
Ulusal Kongre ile ilgili olarak belirtilmesi gereken bir başka nokta da Sayın Mesut Barzani ile ilgilidir. Kendisi Kürt Ulusunun en güçlü liderlerinden birisidir ve bağımsızlık referandumunda yeni ABD yönetimi tarafından tasfiye edilmeye çalışılmıştır. Ulusal Kongre Başkanlığı için en ideal şahsiyettir ve üstelik şu anki ABD yönetimine mesafelidir. Ulusal Kongre Başkanlığı’nın ona verilmesi ve Rojava üzerinde nüfuz sağlaması ile KDP içerisindeki ABD yanlısı liderlerin etkisinin kırılmasına da neden olacaktır. Sayın Mesut Barzani’nin şu an boşta olan konumu dolaylı stratejik tutum temelinde değerlendirilmelidir.
Daha önce “PKK-KDP İlişkileri ve KDP’yi Kazanmak” adlı makalemde ayrıntılı olarak yazdığım gibi,Ulusal Kongre’nin önündeki engel PKK’dir ve PKK’nin KDP ve YNK ile düşmanlığın gelişmesinde önemli hataları bulunmaktadır. PKK bu hareketlere karşı doğru adımlar attıkça, onlar da buna doğru adımlar ile karşılık verecektir.
V-Türkiye’nin “Barış Pınarı Harekatı” ve ABD-Türkiye Anlaşmasının Kapsamı
Türkiye’nin Rojava’ya yapmış olduğu son Barış Pınarı Harekatı’nın bölge politikası açısından kapsamlı analiz edilmesi gerekmektedir. ABD–Türkiye anlaşması çerçevesinde gerçekleşen bu harekatın, asıl amacının deşifre edilmesi ve atılan bu taktik adımlara karşı zamanında ve doğru karşılıkların verilmesi, PKK’nin güvenliği açısından zorunludur.
ABD tatlı-sert politikalarla Türkiye’yi kendi bölge politikasında ama özellikle de İran politikasında belirli bir çerçeveye sokmaya çalışmaktadır. Gittikçe İran politikasıyla Suriye politikasını birbirine bağlamakta ve Suriye’de verilen tavizleri, İran politikası üzerinden genel bölge dengesi içerisine yerleştirmektedir. ABD dolaylı olarak Türkiye’ye, Suriye’deki kazanımlarının kalıcı olmasının ve Rusya-İran-Suriye karşısında güçlü bir pozisyon elde etmesi için ABD ve müttefiklerinin desteğini elde etmesini, Türkiye’nin İran politikasında kolaylaştırıcı bir politika izlemesine bağlamıştır. Hatta ABD,çok kısa bir süre önce PKK liderliğini (Cemil Bayık, Duran Kalkan ve Murat Karayılan) hedefe koyarak, Türkiye’ye PKK’nin Kandil’de ezilmesine destek verebileceği sinyalini de göndermiştir.
Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatı,Irak sınırı boyunca Türkiye güdümünde olan cihatçı teröristlerin bu alana kaydırılması ve Irak’ın sünni bölgelerine (ki önemli IŞİD’çi unsurların çekildiği ve bağımsızlık referandumundan sonra Kürtlerin elinden alınan yerlerdir) komşu olacak şekilde yakınlaştırılması,İdlip ve çevresinde olduğu gibi,Türkiye ve ABD’nin güdümünde olan cihatçıların ortak cephe oluşumuna olanak tanımaktadır. Bu ortak cephenin PKK’ye Kandil’de darbe vurulması için kullanılması hemen hemen kesindir. PKK’nin İran yolu üzerinden kaldırılması, ABD’nin İran planları için önemlidir.
ABD PKK’nin etrafındaki çemberi çaktırmadan ve sinsi bir şekilde daraltmakta ve Türkiye’den istediği tavizleri de PKK’nin Kandil’de ortak ezilmesine bağlamaktadır. Türkiye Suriye’de ABD ile ortaklığı Rusya cephesi karşısında devam ettirebilmek için, ABD’nin İran ile ilgili olarak bazı politikalarına destek vermek zorunda kalacaktır. Artık giderek, İran politikasıyla Suriye politikası içiçe geçmekte ve bu geçirişi de ABD yapmakta ve de herkesi bu çizgi doğrultusunda baskı altına almaktadır. Bu ise gelecekte olayların çapının ve derinliğinin daha da artacağı anlamına gelmektedir.
PKK kendisine karşı örülen bu kuşatma hareketine, doğru bir strateji ve taktik planlar bütünlüğü ile karşılık veremediği her durumda büyük bir stratejik darbe yiyecektir. PKK’nin Kandil’deki kaderi, Suriye’de,Irak’ta ve Kürdistan’ın farklı parçalarındaki gelişmeler içinde yatmaktadır. PKK Kandil’i ancak bölge politikasında güçlü kaldığı zaman koruyabilir ve bölgenin diğer parçalarında güçsüzleşen ve etklisizleşen bir PKK, Kandil’de ne kadar tahkimat yaparsa yapsın yine de yenilecektir. Bu işler Fransızların “Maginot Hattı” politikasına benzememelidir! VI-Sonuç
PKK ya mevcut kısır ve yaratıcı olamayan politikasını devam ettirerek, 1999’dan daha büyük bir darbe yiyecektir; ya da ABD’nin yeni yönetiminin riskli bir şekilde ortaya koyduğu ve bir politik kırılmanın yaşandığı bu süreçte, yeni bir hareket tarzı,strateji ve taktikler bütünlüğüyle büyük bir zaferle çıkacaktır. Büyük zorluklar ile fırsatlar içiçe geçmiş bulunmaktadır.
PKK yukarıda kısaca çerçevesini çizmiş olduğumuz yeni bir stratejiye geçtiği taktirde, hem ABD ve müttefiklerinin İran politikasını çıkmaza sokacak hem de Türkiye’yi, Suriye’den başlayan,bütün Kürdistan’dan geçerek neredeyse Ermenistan’a kadar olan hat boyunca çembere almış olacaktır.
PKK’nin Rojava’dan çıkışı ve yerine Ulusal Kongre’yi ve bunun ordusunu bırakması ve Ulusal Kongre’nin de Suriye’nin yasallığına dikkat ederek,PKK’nin PJAK ve YPG’yi İran için bir tehdit olmaktan çıkarması,Suriye’de Rusya-İran-Suriye ile Türkiye ilişkilerine büyük bir darbe vuracak ve de Türkiye’nin Suriye’den çıkma baskısını arttıracaktır. Türkiye bu baskıyı ABD aracılığıyla hafifletmek isterken bu sefer daha fazla ABD’nin İran politikasına angaje olmak zorunda kalacak ve bu İran ile genel düşmanlığı körükleyecektir.
Böylece Türkiye askeri olarak: Suriye devleti üzerinden kendisine karşı yönelen en azı 300 bin kişilik Suriye Ordusu, Ulusal Kongre’nin oluşturduğu en azı 150 bin kişilik bir Ulusal Kongre Ordusu ve Kuzey’de PKK-PJAK’ın oluşturduğu 30-50 bin kişilik bir ordu ile örülmüş ve farklı noktalarda ve farklı zamanlarda bu geniş cepheyi tehdit eden bir ordu ile karşı karşıya kalacaktır. Siyasi ve diplomatik olarak ise başta Rusya ve Çin olmak üzere,AB ve bir çok Arap devletinin siyasi ve diplomatik baskısıyla karşı karşıya kalacaktır.
Özellikle PKK’nin HDP üzerinde Türk iç politikasında atacağı doğru adımlar da eklendiği zaman Erdoğan ve AKP-MHP faşizmi içte ve dışta büyük bir tecrit içerisine girecektir. PKK’nin İran-Suriye eksenine geçmesi ve Suriye ile İran’ın toprak bütünlüğünü Demokratik Ulus siyaseti çerçevesinde koruması, CHP içerisindeki Ulusalcıların etkisini kırarak,CHP-HDP ittifakını daha fazla öne çıkaracaktır. Buradaki hassas nokta, PKK’nin Kuzey savaşını,CHP-HDP ittifakı ve Hükümeti için bir kaldıraç olarak kullanmasını bilmesinde yatmaktadır. Kuzey savaşı,bu işbirliğinin önünü açabildiği oranda muzaffer olacaktır.
AKP-MHP faşizminin yıkılması ve Demokratik Cumhuriyet’in ortaya çıkması ve de pratikte Kuzey Kürdistan’ın özerk hale gelmesi ölçüsünde, Suriye’deki ve Rojava’daki ilişkiler kökten tekrar değişecek ve Suriye Devleti ile Ordusu içine gömülen ve yine politik profili düşürülen parçalardaki devrimci siyaset yavaş yavaş tekrar başını kaldıracaktır.
|
|