ÝÇÝNDEKÝLER 1- Tek Adam Diktatörlüðü ve Demokratik Ulus Sorunu 2- Ýmralý Notlarý ve Barýþ Süreci-III 3- Liberal Reformist Siyaset ve Küçük-Burjuva Solcu Sekter Siyaset
TEK ADAM DİKTATÖRLÜĞÜ VE “DEMOKRATİK ULUS” SORUNU
Türkiye nasýl adým adým Tek Adam Diktatörlüğü’ne sürüklendi?
Bu sorunun cevabý çok önemli olup ama çözümü o kadar da basit değildir. Belki sorun dýşarýdan bakýlýnca basit gibi gözükmektedir ama sorunun derinliğine inince, çözümünün o kadar da basit olmadýğý ortaya çýkmaktadýr. Sorunu bütün derinliği içerisinde ele almak ve çözümlemek devrimci-demokratik hareketin temel bir sorunudur. Bu sorun teorik olarak doğru çözülemeyene kadar, doğru bir politik çizgi geliştirmek de mümkün değildir.
Türkiye’nin Tek Adam Diktatörlüğü’ne sürüklenmesine, farkýnda olmadan bir çok kesim kendi çapýnda “katký” yapmýştýr: Türkiye devrimci hareketi, PKK’nin Kandil Önderliği (Abdullah Öcalan değil! Geçerken belirtelim Kandil ile Abdullah Öcalan ayný değildir), CHP, Ulusalcýlar, liberal hareket vs. Bu süreci gerçek anlamda durdurmak isteyen ve Erdoğan ile AKP’nin niyet ve hedeflerine yerinde strateji ve taktikler ile set çekmeye çalýşan tek lider Abdullah Öcalan idi. Ama Kandil’in Abdullah Öcalan’ýn tam olarak ne yapmak istediğini anlayamamasý ve tarihsel olarak aşýlmýş olan eski retorikte ýsrar etmesi, Erdoğan’a Tek Adam Diktatörlüğü’nün kapýsýný sonuna kadar araladý.
Önce temel bir teorik tespit yapalým ve sonra da bu tespitin içini doldurmaya çalýşalým: Tek Adam Diktatörlüğü “Demokratik Ulus” yokluğunun sonucunda ortaya çýkmýştýr.Bunu başka bir şekilde ifade edersek eğer, toplumda Demokratik Ulusu meydana getiren kesimler, kendi aralarýnda tek bir hareket yaratamadýklarý için, hareketin bu parçalý ve dağýnýk yapýsýnýn çatlaklarý arasýndan Erdoğan ile AKP, amaçlamýş olduklarý rejime ulaşmayý başarmýşlardýr. Erdoğan yerinde strateji ve taktikler ile Demokratik Ulus’un bir araya gelmesini önlediği gibi, Demokratik Ulus’un farklý kesimlerini her gün birbirlerinden daha fazla uzaklaştýrmaktadýr.
Sorunu daha somut bir hale getirmek için başka bir soru soralým: Türkiye’de Demokratik Ulus hangi kesimlerden oluşmakta ve toplumsal bileşenleri nelerdir?
Türkiye’de Demokratik Ulusu, işçi ve emekçilerin yýğýn örgütleri (sendikalardan TİS’e kadar bütün örgütler),ezilen ve sömürülen milliyetler (Kürtler, Araplar vs.), ezilen inançlar (Aleviler, Hristiyanlar,Museviler,Ezidiler, Demokratik İslamý savunan Sünniler vs.),ezilen cinsiyetler (kadýn ve eşcinseller),Yurtsever Türklüğü savunan kesimler ve tekelci ile işbirlikçi tekelci sermayenin baskýlarýna maruz kalan ve çýkarlarýný demokratik bir düzenin kurulmasýnda gören küçük ve orta işletme sahipleri oluşturmaktadýr. Ayný zamanda yine bürokrasinin alt ve orta kademelerindeki bazý kesimler de kendi çýkarlarýný Demokratik Ulus içerisinde görmektedirler.
Bu toplumsal kesimler siyasi alanda bir çok yasal ve yasadýşý örgütler içerisine dağýlmýşlardýr. Türkiye devrimci hareketinin illegal örgütleri, PKK/ KCK, EMEP, ÖDP, HDK-HDP vs ile CHP’nin büyük bir kesimi. Bu sonuncusu içerisinde Ulusalcýlar ve HDP’ye yakýn olan büyük bir sosyal-demokrat taban söz konusudur. Ulusalcýlar Demokratik Ulus’un bir bileşeni değildirler. Bu noktada CHP “özel” bir konuma sahiptir ve bu özel konuma ideolojik ve politik olarak dikkat etmek gerekmektedir.
Bütün sorun, geniş bir toplumsal alana yayýlmýş ve kendi aralarýnda bir çok ideolojik ve politik sorun tarafýndan bölünmüş olan bu Demokratik Ulus’un nasýl tek bir hareket biçiminde örgütleneceği sorunudur.
Demokratik Ulus’un en büyük özelliği, bir çok farklýlýğa sahip olan toplumsal kesimlerin, bu farklýlýklarý “hak eşitliği” temelinde kabul ederek bir araya gelmelerinden oluşur.Başkasýnýn farklýlýğýný hak eşitliği temelinde kabul etmeyen bir kesim, Demokratik Ulus’un parçasý olamaz. İşte bu noktada Ulusalcýlarýn durumu budur.
Demokratik Ulus, toplumun farklý kesimleri arasýnda hak eşitliği temelinde demokratik bir ilişki geliştirebilmek için, demokratik talebin doğasýna ve yapýsýna uygun olarak, kendisini içerisinde örgütleyeceği tarihsel çerçeve noktasýnda yeterli ve yetkin bir anlayýşa sahip olmalýdýr. Başka bir deyişle, farklý kesimlerin demokratik taleplerini karşýlayacak bir devlet ve toplum yapýlanmasý anlayýşýna sahip olmalýdýr ve bu anlayýş Demokratik Ulusu oluşturan toplumsal bileşenler tarafýndan kabul edilmelidir.
Toplumda bazý kesimlerin talepleri, bireysel özgürlüklerin geliştirilmesi temelinde çözülebilecekken, bazý kesimlerin talepleri ancak “kollektif” özgürlüklerin geliştirilmesi temelinde çözülebilir. Bu sonuncusuna örnek Kürtler’dir.Kürt sorununun çözümü, tek bireysel özgürlüklerin geliştirilmesi ile çözülecek bir yapýya sahip değildir.Kürt sorununda asgari sýnýr, “özerklik”tir ve Kürtler, özerkliğin kabul edilmediği bir Demokratik Ulus’un parçasý olmak istemeyeceklerdir. İşte Ulusalcýlar, Kürt sorunundaki bu “aşýrý” isteme karşýdýrlar ve bundan dolayý yüzlerini sürekli olarak muhafazakar (tutucu) ve faşist Türk milliyetçiliğine dönmektedirler.
Bundan dolayý Türkiye’deki Demokratik Ulus devriminin temel problemlerinden bir tanesi, CHP’nin yerinde taktikler ile faşizmden tecrit edilmesidir.Bu tecrit ancak CHP’nin Demokratik Ulus cephesi içerisinde tutulmasý ile ve bu temelde onun içerisindeki Ulusalcýlar ile Sosyal-Demokratlar arasýndaki ayrýşmanýn gerçekleştirilmesi ile mümkündür. Ama bunun için bir “toplumsal ağýrlýğa” ihtiyaç vardýr.
İşte Türkiye’de (ama yine dünyada da öyle), Erdoğan’ýn Tek Adam Diktatörlüğü’nün önüne geçebilmek için, Demokratik Ulus’un tek bir cephe içerisinde politik olarak bir araya getirilmesi zorunluluğu bulunuyordu ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 2008-2011 yýllarý arasýnda AKP ile Gülen Cemaati ittifakýnýn Ergenekon Komplosu sýrasýndaki niyetlerini farkederek ve Kemalist Ordu’nun bastýrýlmasýndan sonra bu ittifakýn korkunç bir diktatörlüğe yöneleceğini farkettiği andan itibaren, hýzlý bir şekilde strateji değişikliğine gitti. AKP’nin 2009 yýlýnda, Kemalistleri bastýrýrken başta Kürt Hareketi olmak üzere ve diğer devrimci-demokratik hareketleri oyalamak için devreye soktuğu “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi”ne Öcalan HDK ve HDP’nin kuruluşu ile karşýlýk verdi. HDK ile HDP’nin kuruluşu yeni bir stratejinin başlangýcý idi.
Erdoğan’ýn devreye sokmuş olduğu “pasif darbe” mekaniğine, Öcalan “pasif devrim” mekaniği ile karşýlýk veriyordu ve bütün göstergeler, Kemalist Ordu bastýrýldýğý zaman ve tek iki hareketin (AKP ile PKK) elinde şiddet araçlarý kaldýğý zaman, pasif darbe ile pasif devrimin bir iktidar kapýşmasý için karşý karşýya gelebileceğini ortaya koyuyordu.
Her iki hareket yani AKP ile PKK, 2011-2015 arasý, ara unsurlarý yerinde taktikler ile kendi politikalarýna yedekleyerek 2015 kapýşmasýna ilerlediler. Erdoğan’ýn Öcalan üzerindeki avantajý, “ordusuna yekpare komuta etme” olanağý idi. Öcalan ise bundan mahrum olduğu gibi, Kandil ile arasýnda bir “ideolojik dekalaj” sözkonusu idi.Yani Kandil Öcalan’ýn mantýk yapýsýný ve çizgisini tam olarak bilince çýkaramýyordu ve Erdoğan’ýn Öcalan’ý tecrite aldýğý her durumda, Öcalan’ýn strateji ve taktik yapýsýndan sapýyordu.Erdoğan bunu çok iyi farketti.
Kandil Rojava devrimini bölge ve dünya siyasetine bağlamada yaptýğý yanlýşlýğý Türkiye siyasetinde Demokratik Ulus siyasetinden uzaklaşýp Demokratik Özerklik politikasý ile birleştirdiği zaman, Demokratik Ulus cephesinin de dağýlmasýna neden oldu. Buradaki hassas nokta, Öcalan’ýn Demokratik Ulus siyasetinin başlangýcýnda özerklik vurgusunu öne çýkarmama anlayýşýna sahip olduğu ve bunu da Demokratik Ulusu bir araya getirmek ve böylece yekpare bir hareket yaratmak için istediğidir.Bu siyaset zaman içerisinde CHP’yi devletin etki çemberi içerisinden çýkararak, faşist siyasetin temellerini zayýflatmayý öngörüyordu.CHP faşizmden tecrit edilmeyene yani ondan uzaklaştýrýlmayana kadar, Demokratik Ulus’un politik başarýsý mümkün değildi. Öcalan özerkliği sürecin sonunda kendiliğinden ortaya çýkacak bir durum olarak ele alýyordu.Sürecin başýnda özerkliği ileri sürmenin, başta CHP olmak üzere bir çok kesimde “alerji” yaratarak, Demokratik Ulus siyasetinin tecritine neden olacağýný biliyordu.Bundan dolayý Kandil’e zamansýz olarak bu talebi ileri sürmemesi tavsiyesinde bulunuyordu.
Öcalan’ýn Demokratik Ulus ve bunun içinde ifadesini bulduğu Demokratik Cumhuriyet politikasý, iki hareketin birbirleriyle dikkatli oranýna dayanýyordu: HDK-HDP ile HPG (KCK). Bu iki hareket süreç içerisinde “ardýşýk” bir şekilde kullanýlarak bir kartopu etkisi yaratýlacaktý. Demokratik Ulus siyasetinin ideolojik temellerini iyi anlayabilmek için, Öcalan’ýn düşüncesindeki bir noktaya özellikle dikkat çekmek gerekmektedir. O da, burjuvazinin kendi arasýnda bölünmesinin tek yolunun, devrimci-demokratik hareketin burjuva parlamenter sistem içerisinde belirli bir noktaya kadar güç olmaktan geçtiğidir. Öcalan bu anlayýşý stratejisinin temel taşý yapmýştýr ve bu savaş sanatýnda, düşmana öldürücü bir darbe vurmadan önce onu moral yönden yýpratma ya da zayýflatma anlayýşýnýn ta kendisidir.
Abdullah Öcalan devlet ile savaşýnda uzun yýllar sonunda elde ettiği tecrübe ýşýğýnda, devlete direk şiddet uygulamanýn ve ona karşý dolaysýz bir mücadele vermenin yani sisteme tek “dýşarýdan” yüklenmenin yanlýş olduğunu, çünkü bu tür bir mücadelenin bütün burjuva sýnýflarý birbirleriyle sýký bir şekilde tutunmaya doğru ittiğini gördü.Bunun önüne geçmenin yolunun ise, parlamenter sistem içerisinde güçlenerek ve bu güçlenmeyi farklý politik güçler arasýnda bir “takoz”a çevirerek, dýş şiddeti de bu “içeriden” güçlenme ile birleştirerek, faşizmi bir çok güç odağýna bölerek zayýflatmak olduğunu anladý. Ancak parlamenter sistem temelinde bir güçlenme, CHP’yi devletin etki alanýndan çekip çýkarabilirdi. Ama bunun için devletin, parlamenter sistem içerisinde güçlenen devrimci-demokratik hareket üzerinde baský ve terör kurmasýnýn, “silahlarýn eşitliğini” kurarak engellemek gerekmekteydi.İşte HPG (KCK)’nin rolü bu idi.Bundan dolayý büyüyen bir HDK-HDP’nin, ona uygun bir HPG ile korunmasý ve desteklenmesi gerekiyordu. HDP’nin büyüme süreci HPG’nin büyüme süreci ile koordine edilemedi ve bunun nedeni de, Kandil’in Rojava devrimini bölge ve dünya siyaseti içerisinde yanlýş ele almasýnda yatmaktadýr (Bu noktada daha fazla bilgi için, Kemal Erdem’in “İmralý Notlarý” ve Barýş Süreci adlý makalesine bakýlabilir).
Demokratik Ulus siyasetinin gelişim dinamiğinin ve yapýsýnýn bozulmasý ile Erdoğan’ýn Tek Adam Diktatörlüğü’nü gerçekleştirmesi arasýnda bir ilişki söz konusudur. Ama bu ilişki tek Türkiye özgülünde yaşanan bir durum değildir. Geçmişteki tarihsel deneyimlerde de bulunan bir durumdur. Örneğin hem Mussolini hem de Hitler örneğinde ve yine başka yerlerdeki faşist hareketlerin başarýlarýnýn altýnda yatan asýl neden Demokratik Ulus siyasetinin yokluğudur. Ama özellikle bu siyasetin yokluğunun nedeni de devrimci hareketin sekterizmidir.
Devrimci hareketin “sol sekter” anlayýşý, ortaya çýktýğý her yerde büyük bir yýkýcý ve bozucu etkiye neden olmuştur. Devrimci hareket içerisinde bu sekterizmin gelişmesine ve kökleşmesine neden olan durum Bolşevizmdir. Bolşevizmin yanlýş devrim anlayýşý ve bu anlayýşýn dünya devrimci hareketi içerisinde kök salmasý, bir çok ülkede devrimlerin yenilmesine neden olduğu gibi,bu yenilgilerin sonucunda faşist hareketler bir çok ülkede iktidara gelmişlerdir.
Bolşeviklerin ve III.Enternasyonal’in “sosyalist devrim perspektifli” anlayýşlarý, devrimci hareketin dar bir sosyal temele sýkýşmasýna neden olmuş ve özellikle sosyal demokrasinin uzaklaşmasýna hizmet etmiştir.Sosyal demokrasinin devrimci hareketten uzaklaşmasýnýn altýnda, devrimci hareketin sekterizmi yatmaktadýr. Bu sekterizm küçük ve liberal burjuvazi ile ilişkileri çok dar bir temele oturttuğu için,”serbest” kalan bu sýnýflarý, burjuva parlamenter sistem içerisinde ve onun olanaklarý ile örgütlenen ama “ayaklarýný” ise yasadýşý bir zemine dayayan faşist hareketlerin kollarýna atmýştýr. Faşistler bu orta sýnýflarý demagoji ile kendi politik etkileri altýna almayý başarmýşlardýr.
Geçmişte komünistler ile sosyal demokrasi arasýndaki tarihsel bölünme aslýnda Demokratik Ulusun bölünmesinden başka bir anlama gelmemekteydi. Bu bölünmenin çatlaklarý arasýnda faşistler iktidara yürümüşlerdir ve bu bölünmenin en büyük nedenlerinden bir tanesi de komünistlerin sekterizmi ve yanlýş devrim anlayýşýdýr. İşte 1930 yýllarda Antonio Gramsci cezaevinde bunu farketti ve pasif devrim anlayýşýný bu temelde geliştirmeye çalýştý. Avrupa’nýn faşizmin ellerine düşmesinin altýnda “pasif devrim” anlayýşýnýn yokluğu yatmaktaydý.
Geçmişte Avrupa’da devrimcilerin, yanlýş ve sekter devrim anlayýşlarýnýn sonucu olarak gerçekleştirmiş olduklarý bölünmenin aynýsý, bugün farklý bir biçim altýnda tekrar yaşanmaktadýr.Büyük bir devrimci hareket olmasýndan dolayý PKK bu Demokratik Ulus sorununun odağýnda bulunmaktadýr. PKK’nin Kandil Önderliği’nin, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ýn Demokratik Ulus çizgisinin ruhundan uzaklaşmasý, tek Ortadoğu’da değil ama dolaylý olarak küresel siyaset üzerinde de olumsuz etkide bulunmaktadýr.
PKK’nin en büyük özelliği, direk olarak Kürdistan’ý baský altýnda tutan devletlerin (Türkiye, İran, Suriye ve Irak) iç politikalarýný etkileme olanağýna sahip olmasý, dolaylý olarak da bu etkiyi bu ülkelerin dýş siyasetine taşýyarak, bu ülkelerin ilişkide olduğu emperyalist merkezleri etkileme olanağýna sahip olmasýdýr.Örneğin eğer PKK 7 Haziran 2015’ten sonra doğru bir Demokratik Ulus siyasetine sahip olsaydý ve Erdoğan’ýn Tek Adam Diktatörlüğü’ne engel olabilseydi hem Avrupa’da faşist hareketlerin baskýlanmasýna hizmet etmiş olacaktý hem de Suriye içsavaşýnýn erken bitmesine neden olacaktý.
Ama PKK’nin yanlýş Demokratik Ulus siyaseti tek Türkiye ile sýnýrlý değildir ama başta Kürt iç politikasý olmak üzere,İran ve Suriye’de de ayný yanlýşlýk içerisindedir.
Demokratik Ulus siyaseti, Kürdistan’ý baský altýnda tutan ülkelerin iç siyasetinde,emperyalistlere ve yerli gericilere karşý, bu ülkelerin devrimci ve demokratik hareketleriyle (bu sýnýr yukarýda gördüğümüz gibi Türkiye’de CHP’nin önemli bir kýsmýna ve Suriye’de de yönetimdeki Baas Partisi’nin önemli bir kýsmýna kadar uzanýr) geniş bir cephenin oluşturulmasýný öngörür. Bu geniş cephenin oluşumunu engelleyen her politika, Demokratik Ulus siyasetinin parçalanmasýna neden olur ve milliyetçiliği azdýrmasý kaçýnýlmazdýr.
PKK 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra, Ortadoğu’daki yanlýş stratejik konumlanmasý sonucunda, önce Türkiye’de Demokratik Ulus siyasetini çýkmaza sokmuş, sonra da Batý Emperyalistleriyle taktik sýnýrlarý aşýp stratejik ilişkiler geliştirmek zorunda kalýnca, Suriye ve İran’daki Demokratik Ulus siyasetini çýkmaza sokmuştur.PKK direk bağýmsýzlýğý savunmasa da, Suriye’de Batý ile kurmuş olduğu ilişkiler sonucunda, Suriye ve İran halklarýndan kopmuş durumdadýr ve bu politik kopukluk hem İran’da hem de Suriye’de milliyetçiliği daha da körüklemektedir. Bu durum orta ve uzun dönemde PKK açýsýndan sürdürülemez olup, PKK’yi “bürokratik-milliyetçi” bir çizgiye sürüklemekle sonuçlanacaktýr.
Bölge devrimci ve demokratik hareketinin en hýzlý yoldan doğru yola girebilmesi için, önce PKK’nin doğru bir çizgiye gelmesi ve bu işe de önce Kürt iç politikasýnda başlamasý gerekmektedir. Demokratik Ulus siyaseti, Türkiye, İran, Suriye ve Irak’tan önce Kürdistan’da gereklidir ve bu Kürt Demokratik Ulus siyasetinin zemini de Kürdistan Ulusal Kongresi (KUK)’dir.Bu kongre zemini üzerinde PKK, KDP ve YNK başta olmak üzere bütün diğer Kürt örgüt ve partileriyle bir Demokratik Ulus siyaseti oluşturmak zorundadýr.KUK’un Demokratik Ulus siyaseti biçiminde ortaya çýkamamasýnýn altýnda, PKK’nin Bolşevizmden kaynaklanan sol sekter anlayýşý yatmaktadýr (Bu noktada daha fazla bilgi için, Kemal Erdem’in “PKK-KDP İlişkileri ya da KDP’yi Kazanmak” adlý makalesine bakýnýz).
İşin ilginç tarafý, şayet PKK Kürdistan’da KUK zemini üzerinde yükselen bir Demokratik Ulus siyaseti geliştiremez ise, Kürdistan’ý baský altýnda tutan ülkelerin iç politikalarýnda ve bu ülkelerin halklarý ve demokratik hareketleriyle birlikte bir Demokratik Ulus siyaseti geliştirme ve buna önderlik etme olanağýna da sahip olamayacaktýr. Tarihsel tecrübe göstermiştir ki, PKK ancak Kürdistan’daki Demokratik Ulus siyasetine güçlü bir şekilde basarak, Kürdistan’ý baský altýnda tutan ülkelerin iç siyasetinde Demokratik Ulus siyasetini geliştirebilmektedir. Örneğin PKK’nin Rojava devrimini bölge ve dünya siyasetine yanlýş bağlamasýnýn altýnda,Kürdistan’daki bu Demokratik Ulus siyasetinin yokluğu yatmaktadýr. Eğer böyle bir siyaset olmuş olsaydý PKK, Türkiye’de HDP ile HPG ilişkisini daha doğru ve yetkin bir şekilde kurma olanağýna sahip olmuş olacaktý.
Gelinen noktada PKK’nin Kürdistan’ý baský altýnda tutan ülkelerin iç politikalarýnda etkin olabilmesi için,özellikle taviz politikalarýný doğru yöneterek KUK sürecini doğru yönetmesi zorunludur. Gerçek bir Kürt Demokratik Ulus’un zemini olacak olan bir KUK , ayný zamanda,tarihte Kürtler için gerekli olan “zor”u oluşturacak olan iradeyi de Kürdistan Ulusal Kongre Ordusu aracýlýğý ile ortaya çýkarma olanağýna sahip olacaktýr. Peşmerge ve gerilla kuvvetlerinden oluşacak olan ve en azý yüzbin kişilik bir Kürt Ulusal Ordusu, başta Türkiye olmak üzere, Ortadoğu’da bir çok Demokratik Ulus devrimlerinin kapýsýný aralayacaktýr (Böyle bir gücün nasýl kullanýlacağý konumuz dýşýdýr).
Kürt iç siyasetinde böyle köklü bir dönüşüm olmayana kadar, PKK’nin tekrar Türkiye’de etkin olmasý ve 7 Haziran 2015’ten önceki gibi Demokratik Ulus siyasetinin önderliğini ele geçirmesi mümkün değildir. O zaman PKK’nin ortaya çýkarmýş olduğu bu boşluk nasýl doldurulacaktýr?
Devrimci bir boşluğu ancak devrimci bir hareket doldurabilir.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan açýsýndan, PKK’nin askeri güçlerinin, Türkiye’deki demokratik siyaset ile “yüksek strateji” içerisindeki “dolaylý” koordinasyonu, Türkiye’deki Demokratik Ulus siyasetinin ortaya çýkmasý için en kestirme yoldu.Kandil bu politikayý yanlýş politikalar ile boşa çýkarmýş ve çýkmaza sokmuştur. Bu siyasetin tekrar ortaya çýkabilmesi için, PKK’nin yukarýda çerçevesini kýsaca çizdiğimiz Kürt iç siyasetindeki köklü dönüşümü gereklidir. Ama Kandil’in bugüne kadarki teori ve pratiği, böyle bir dönüşüm için fazla bir umut vermemektedir.
PKK’nin “yokluğu” durumunda, Türkiye’de Demokratik Ulus siyasetinin doğru bir tarihsel temele oturabilmesi, ancak Türkiye devrimci hareketinin kendi içerisinde “derinleşmesi” ile mümkündür. Türkiye devrimci hareketinin ortaya çýkaracağý “devrimci zor”, ancak Demokratik Ulusu politik olarak toparlayabilir, koruyabilir ve onun iktidarýnýn yolunu açabilir. Ama bu devrimci zorun ortaya çýkýşý ise, devrimci hareketin klasik yaklaşýmý ile mümkün değildir. Yeni bir teorik bakýş açýsýnýn önce evrensel düzeyde sonra da yerel düzeyde geliştirilmesi zorunludur.
Yeni teorik bakýş açýsý, önce “kapitalizmin tarihselliği” sorununu doğru çözüme bağlamalýdýr. Kapitalizmin gelişme olanağý ve dinamiğini dýşlamadan, kapitalizmin tarihsel sýnýrlarý içerisinde iktidara gelen bir devrimci-demokratik hareketin “pasif devrim” anlayýşýný benimsemeli ve bu pasif devrim anlayýşýný devrimci-liberal bir çizgi üzerine kurabilmeli ve bu temelde hem seçim sistemi içerisinde hem de yasadýşý ve gizli alanda güç olabilmeli, dünya ekonomisi ve siyasetinin gelişme düzeyini göz önünde bulundurarak, “çok taraflý taktik ilişkiler” sistemini Stratejik Denge Konumu’na göre yönetebilmeli ve yeni bir evrensel savaş teorisini ise “Şehir Gerilla Savaşý” anlayýşý temelinde kurabilmelidir. Ancak böyle bir ideolojik ve politik çizgi, Türkiye ve Ortadoğu’da “boşa düşmüş” olan Demokratik Ulus siyasetini tekrar ayaklarý üzerine oturtabilir.
DEVRÝMCÝ BÜLTEN
|